Bahçıvan: "Sanayiciden Daha Fazla Fedakarlık İstemek Haksızlık."

İstanbul Sanayi Odası (İSO) Meclisi’nin 2024 yılı Ağustos ayı olağan toplantısı ‘OVP Bir Yılını Tamamlarken Türkiye’de Üretim Hayatının Değerlendirilmesi’ ana gündemi ile gerçekleştirildi. İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan’ın açılış konuşmasını yaptığı toplantıda Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Kurucu Direktörü Prof. Dr. Güven Sak, Ekonomi Gazetesi Köşe Yazarı Alaattin Aktaş, ROTA Portföy Başekonomisti Özlem Bayraktar Gökşen ve Peninsula Corporate Finance Kurucu Ortağı, Stratejist Fatih Keresteci’nin katılımıyla bir de panel düzenlendi.

Geçen yıl Eylül ayında ekonomi için bir yol haritası özelliğine sahip Orta Vadeli Program’ın (OVP) açıklandığını hatırlatan Erdal Bahçıvan, “OVP’nin rolü, sadece gelecek yılın bütçe kanununa ve gelecek üç yılın ekonomi politikalarına temel oluşturmakla sınırlı değil. Aynı zamanda reel sektöre, finans dünyasına ve kamuoyuna verdiği sinyallerle ekonomik beklenti ve davranışları da etkiliyor. Maalesef güven kaybının nelere mal olacağının somut örneklerinden birini, halen geride bırakmaya çalıştığımız enflasyonist dönem bize net bir şekilde gösterdi” dedi.

Bahçıvan'ın açıklamalarında ara başlıklar şöyle:

GÜVENSİZLİĞİN GELECEĞE TAŞINMASI DOĞAL

Orta Vadeli Programların önemine değinmek ve geçtiğimiz yılın Eylül ayında açıklanan OVP’nin özel konumunu sizlere kısaca hatırlatmak istiyorum. Kabul etmemiz gerekiyor ki geçtiğimiz yıllarda OVP’lerin iddialı hedefleriyle tüm kesimlerde beklenti ve heyecan yaratmasına rağmen, bunun kısa sürdüğüne ve istenen sonuçların alınamadığına sıklıkla tanıklık ettik. Bu durum bazen açıklanan hedeflerin gerçekçiliği konusundaki kuşkuların giderilememesinden, bazen de muhtelif sebeplerle uygulamada ortaya çıkan sıkıntılardan kaynaklandı. OVP’lerde büyüme, enflasyon, istihdam, cari denge, bütçe açığı gibi temel hedeflerin kendi içinde tutarlılık arz etmesi, güçlü makro modellere dayanması ve ekonominin tüm aktörleri açısından ikna edici olması gerekiyor. Çünkü OVP’nin rolü, sadece gelecek yılın Bütçe Kanununa ve gelecek üç yılın ekonomi politikalarına temel oluşturmakla sınırlı değil. Aynı zamanda reel sektöre, finans dünyasına ve kamuoyuna verdiği sinyallerle ekonomik beklenti ve davranışları da etkiliyor. Tam da bu nedenle, kamuoyunda gerçekçiliği sorgulanan, kararlılıkla uygulanmayan programların güven yitirmesi ve bu güvensizliğin geleceğe taşınması da son derece doğaldır.

TELAFİSİ ZOR BİR TABLO VAR

Maalesef güven kaybının nelere mal olacağının somut örneklerinden birini, halen geride bırakmaya çalıştığımız enflasyonist dönem bize net bir şekilde gösterdi. Kısa vadede güçlü büyüme oranları yakalamayı her şeyin üstünde tutup, nitelik ve sürdürülebilirliğe ilişkin riskleri bilinmeyen bir geleceğe ötelediğimizde, telafisi çok zor bir tabloyla karşılaşıyoruz. Özellikle 2021 sonbaharından başlayarak yaklaşık 2 yıllık bir süre boyunca, rasyonelliğini giderek yitiren ekonomi politikaları sonucu tamamen iç talep odaklı, kronik enflasyon ve cari açık üreten bir büyüme patikasına girdik. Neticede 2022 yılında dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri arasında yer almayı başarsak da maalesef büyümenin kalitesinde ve sürdürülebilirliğinde önemli zaaflar ortaya çıktı.

Büyük güçlüklerle elde ettiğimiz ve her zaman söylediğim gibi gözümüz gibi korumamız gereken finansal istikrar ve fiyat istikrarını kaybettik. Ülke risk primi göstergesi olan CDS 900’lere dayanarak zirve yaparken, sıcak para çıkışları, TL’deki sert değer kayıpları ve döviz rezervlerimizin uğradığı erozyonla birlikte bir ödemeler dengesi krizinin eşiğine kadar geldik. O günlerde dövizdeki alış satış farkları neredeyse yüzde 9’lara dayanmıştı. Türk lirasındaki değer kaybı, ekonomiye getireceği ağır yük pahasına Kur Korumalı Mevduat (KKM) yöntemi ile dizginlenmeye çalışıldı. Nitekim KKM’nin, ekonomiye yarardan çok zarar vermesi nedeniyle, bugünkü ekonomi yönetiminin de bir an önce kurtulmak için büyük çaba içinde olduğu hepimizin malumu.

BİR HAFTA SONRAYI ÖNGÖREMEZ HALE GELDİK

Tekrar ifade edecek olursam; fiyat istikrarının bozulması kısa sürede finansal istikrarı da tehdit eder boyuta ulaştı. Kendimizi büyük bir fiyat kaosunun içinde bulduk ve neredeyse bir hafta sonrasını bile öngöremez hale geldik. Tüm bunlar yalnızca satın alma gücünün ve refahın değil, maalesef ticaret hayatındaki etik değerlerin de ciddi şekilde aşınmasına yol açtı. Neyse ki bu sürdürülebilir olmayan yaklaşım, 2023 ortasından itibaren ekonomi yönetimindeki değişikliklerle birlikte yerini çok daha sağlıklı bir yönelime bırakmış durumda. Bugün bir yılını geride bırakmak üzere olduğumuz 2024-2026 dönemi Orta Vadeli Programı, güvenin yeniden tesis edilmesi için önemli bir ilk adımdı. Birkaç ay içinde, biz sanayiciler de dahil olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla, yapılan istişareler ışığında hazırlanan ve halen uygulanmakta olan Orta Vadeli Program (OVP) hepimiz için umut oldu. Uzun yıllardan beri, ortaya koyduğu hedeflerle uyum göstermeyen diğer OVP’lere göre çok daha gerçekçi hedefleri olan bir program olarak hazırlandı. OVP’nin odak noktasında yer alan “fiyat istikrarının tesisi” konusuna gelirsek... Mayıs’ta yüzde 75 düzeyinde zirve yapan yıllık enflasyonun Haziran’da düşmeye başlamasıyla birlikte mevcut programın “geçiş süreci” sona ererken “dezenflasyon süreci”nin başladığı ilan edildi. Başta döviz kuru olmak üzere maliyet baskılarındaki hafifleme, temel mal fiyatlarının artışında önemli bir gevşeme sağlamış görünüyor. Diğer yandan, hizmet enflasyonunda ise katılığın kiralar öncülüğünde sürdüğü ve bu tarafta iyileşmenin daha gecikmeli olacağı anlaşılıyor. Genel beklenti ise enflasyonun bu yılı Merkez Bankamızın tahmin aralığının üst bandı olan yüzde 42 dolayında kapatacağı yönünde.

BUGÜNÜN ENFLASYONUNU GEÇMİŞLE KARIŞTIRMAYIN

Tabii enflasyon demişken, bugünün enflasyonu ile çoğumuzun hatırlayacağı 70’li, 80’li, 90’lı yılların enflasyonunu karşılaştırmamak, karıştırmamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bugünkü enflasyonun, ekonomik olarak da sosyolojik olarak da ve daha önemlisi topluma kalıcı olarak bırakmış olduğu hasar bakımından da o yıllardaki enflasyondan çok daha farklı olduğunu kabul etmeliyiz. Bunu her geçen gün biraz daha çarpıcı bir şekilde görüyoruz. Kısacası bu enflasyon sosyolojik olarak çok daha farklı bir enflasyon.

Bugünkü enflasyonun geçmişten neden daha farklı olduğunu kısaca değinecek olursam, her şeyden önce o günlerin Türkiye’sindeki tüketim kalıpları, tüketim harcamaları ve tüketimin çerçevesi çok dar ve kısıtlıydı. Bugün ise 2000’li yılların başından itibaren 100-150 milyar dolarlık bir Türkiye’den 1,2 trilyon dolara yaklaşan ve zenginleşen, buna bağlı olarak tüketim alışkanlıkları değişen, hayatın her alanında daha rahat borçlanmaya gidilen, risk alınan bir Türkiye’de yaşıyoruz. Ekonomisi daha küçük bir ülke sosyolojisinden, bugün zenginleşmiş bir toplumda böyle bir enflasyona yakalandığınız zaman, ekonomide oluşan tahribat ve bunun toplumda yarattığı hasar da daha büyük oluyor.

Zaten bunun yansımalarını ve etkilerini, üretimden tüketime kadar hayatımızın her alanında görüyoruz. Fiyat istikrarından uzaklaştığımız, yüksek enflasyon ile yaşadığımız her geçen gün, bunun toplumdaki sosyolojik ve psikolojik etkileri daha da ağırlaşıyor. Çalışma dünyası ve günlük hayatın etik ve ahlak kurallarında bu enflasyonun yarattığı tahribat maalesef artarak kendini gösteriyor.

Zaman zaman meclisimizde yaptığım konuşmalarda geçmişte bu konuda yaptığımız uyarıları hatırlatıyorum. Bugün burada o söylemlerimize ve uyarılarımıza değinmek istemiyorum. Ama o zamanki uyarıcı söylemlerimizin özünde işte bu vardı. Şimdi itiraf etmek gerekirse biz bu konuyu maalesef çok hafife almışız. Dahası bu sürecin başında işin nereye varabileceğine ilişkin söylemlerimize karşın, biz bile neticenin bu kadar ağır olacağını tahmin etmiyorduk.

Bu nedenle bugün yeni ekonomi yönetimimizin bu konuda verdiği mücadelenin hiç ama hiç hafife alınmaması gerektiğini düşünüyoruz. Ekonominin yeniden fiyat istikrarına kavuşması noktasında alınan kararları yerinde buluyor ve sonuçları için toplumun her kesimine sorumluluk düştüğünü söylüyoruz. Bu konunun normale döneceği günler için sabır ve fedakârlık göstermeliyiz.

PARA POLİTİKASI TAMAM AMA YAPISAL REFORMLAR YAVAŞ GİDİYOR

Şunu açıkça ifade etmek isterim ki, enflasyonla mücadelenin en önemli evresi, tam da içinden geçtiğimiz dönemde başlıyor. Çünkü artık enflasyonun kontrol edilmesi en zor olan kısmına, yani beklentilerin ve fiyatlama davranışlarının normalleşmesine odaklanacağız. Merkez Bankamızın açıklamaları bize şunu gösteriyor: Önümüzdeki dönemin para politikası kararlarında, enflasyonun ana eğilimindeki düşüşün sürmesi ve özellikle 2025 yılı beklentilerinin istenen seviyelere yaklaşması belirleyici olacak. Bu noktada değinmemiz gereken bir diğer husus da maliye politikalarının dezenflasyon hedefiyle uyumu... Zira defaten belirttiğimiz üzere kamunun gerek harcama disiplini, gerekse yapısal politikalarla bu mücadelede destekleyici olması gerekiyor. Son dönemde vergi oranlarında yapılan artışlara rağmen, ekonomik faaliyette yaşanacak yavaşlamanın vergi gelirlerini olumsuz etkileyebileceği gerçeği, Temmuz ayı bütçe verilerinde ilk belirtilerini gösterdi. Dolayısıyla deprem bölgesinin yeniden inşası hariç olmak üzere kamuda tasarruf önlemlerine riayet edilmesi, kayıt dışılıkla mücadelede kalıcı kazanımlar elde edilmesi ve uzun süredir dile getirdiğimiz vergi reformları için adım atılması büyük önem arz ediyor.

Orta Vadeli Program’ın başarısı, sanayimizi ve ekonomimizi dünyada hak ettiği yere ulaştıracak uzun vadeli dönüşümün ön koşulu olan makroekonomik istikrarın tesisi açısından çok kritik. Özellikle enflasyonda en kötünün geride kalması, cari açığın sürdürülebilir seviyelere çekilmesi, rezervlerin toparlanması, risk priminin 300’lerin altına düşmesi ve yatırımcı güveninin kalıcı hale gelmesi gibi hususlar açısından, şimdiye kadarki uygulama performansını kayda değer bulduğumuzu vurgulamak isterim.

Diğer taraftan, bu olumlu gelişmelerle birlikte OVP’nin halen para politikasına dayalı makro hedefler üzerinden konuşulmakta olduğunu da gözden kaçıramayız. Ortaya konan ve yapısal reformlar olarak nitelendirdiğimiz alanlarda henüz somut adımların atılmamış olmasını ve şu anda işin öbür tarafının daha zayıf gittiğini söylemek durumundayız. Bu alanlarda da programdaki hedefler çerçevesinde gidilmesi ve artık somut adımlar atılması gerektiği beklentimizi burada ifade etmek istiyorum.

SANAYİCİDEN DAHA FAZLA FEDAKARLIK İSTENMEMELİ

Bakınız, covid dönemini çok çabuk unuttuk. Unutmamalıyız ki 2020 - 2021 Covid dönemi, Türkiye’nin üretim sektörümüz üzerinden, hem ülkeye moral hem de dünyaya ders verdiği çok önemli bir süreçti. Gerek Asya’da, gerekse Avrupa’da birçok ülkede üretim, tedarik ve lojistik sıfırlanmışken Türkiye, Türk sanayicisi, Türkiye sanayiinin çalışanı her türlü fedakarlıkla dünyanın birçok alanda üretim üssü olmayı başarmıştı. İhracatımız bu eforla, 170 - 180 milyar dolarlardan kendini hızla 200 milyar dolar çizgisinin üzerine atmıştı. Bu başarıyla, aslında üretimin önemi ve bir ekonominin sanayiden güç alması gerektiği konusunda da yeteri kadar güçlü bir sınav vermiş, sanayici bu sınavda bir anlamda “Türkiye’nin sanayi gücü işte budur!” demişti. Türkiye, böyle bir dönemi üretim ekonomisini güçlendirmek adına bir fırsat olarak görüp değerlendirebilirdi. Keşke uyarılarımız dikkate alınsaydı da bu duruma gelmeseydik. Bugün geldiğimiz noktada ortaya çıkan sorunların, Türkiye’nin sanayisinden daha çok fedakârlık istenerek çözülmeye çalışılmasını da haksızlık olarak değerlendiriyoruz.

ÇALIŞANLARIMIZ BARINMA VE GEÇİNME ZORLUĞU ALTINDA

OVP’nin yeni döneminde bir tarafta enflasyonla güçlü bir mücadele olacaksa; üretim sektörlerimizi canlı ve diri tutma noktasında da yapılması gerekenler, mutlaka karşılıklı istişarelerle, kaynakları doğru kullanarak değerlendirilmelidir. Tabii ki reel sektör olarak bizlerin de kendimizi değiştirme, yapmış olduğumuz birtakım hatalı değerlendirmeler varsa bunlardan da ders almaya ihtiyacımız vardır. Bu çerçevede, önümüzdeki üç yılın OVP’sinin, enflasyonla mücadele ve para politikaları kadar, üretim ekonomisinin gerçeklerinin de hesaba katılarak hazırlanması gerektiğini düşünüyoruz. Elbette biraz önce sözünü ettiğimiz dönüşümün vazgeçilmez unsuru da nitelikli insan kaynağı. Bu konuda vakit kaybetmeden aksiyon almak durumundayız. Bizler ne kadar yeni yatırımlar yapmak ve üretim kapasitemizi artırmak istesek de nitelikli eleman eksikliği bunun önüne doğal bir set çekiyor. Geldiğimiz noktada, sanayiciler işgücü maliyetlerini yüksek bulur ve aradığı nitelikli insan kaynağına erişemezken, çalışanlarımızın ise özellikle büyük şehirlerde barınma ve geçinmenin zorlukları altında çalışma motivasyonu üretmekte zorlandığı bir açmaz söz konusu.

ENFLASYON MUHASEBESİNDE AKILCI DÜZENLEME YAPILMALI

Ekonomide çarkların yavaşladığı, finansal kısıt ve maliyetlerin yükünü en ağır şekilde sırtlandığımız bir dönemde, sanayicilerimize kamu eliyle ek yükler bindirilmemesi hayati önem taşıyor. Bundan iki hafta önce yaptığımız açıklamada da dile getirdiğimiz üzere, geçici vergi döneminde yapılması istenen enflasyon muhasebesi uygulamasının da maalesef böyle bir yük yarattığını düşünüyoruz.

Hatırlanacak olursa bu sürecin başlangıcında, şirket bilançolarının gerçeğe yakınsaması ve finansal performansın doğru şekilde ölçülebilmesi açısından enflasyon düzeltmesini olumlu karşıladığımızı belirtmiştik. Bununla beraber, şirketlerimizin ancak orta ve uzun vadede sonuç verecek yatırımlarının adeta bir varlık değerlenme vergisi mantığıyla geçici vergi dönemlerinde enflasyon düzeltmesine tabi tutulması, vergi prensipleriyle uyuşmayan, talihsiz bir karardır. Ticarete konu olmayan maddi duran varlıkların enflasyon düzeltmesine tabi tutularak artan değerinin de vergilendirilmesi, sanayicilerimiz için ilave bir maliyet yaratmaktadır. Dolayısıyla, ekonomide içinden geçtiğimiz zorluklar göz önünde bulundurularak enflasyon muhasebesi uygulamasında akılcı bir düzenleme beklediğimizi bir kez daha ifade etmek istiyorum. Biz de İSO olarak bu konuda görüş ve önerilerimizi gerek hükümet yetkilileri ve gerekse kamuoyu ile muhtelif temaslar kurarak paylaştık. Bu çerçevede hükümetimizde sağduyulu bir yaklaşımın devreye girmiş olduğunun ve uygulamanın gözden geçirilecek olmasını çok yerinde bir yaklaşım olarak değerlendiriyoruz.

BİR ŞİRKETİ KURTARALIM DERKEN

Ekonomide ve ticaret hayatımızdaki yavaşlamanın etkisiyle son günlerde artan konkordato başvurularını da açıkçası endişe ile takip ediyoruz. Gün geçmiyor ki farklı farklı sektörlerden yeni konkordato haberlerini almayalım. Piyasadaki nakit sıkışıklıkları artarak devam ederken, konkordatoların bir kısmının gelecek aylarda iflaslara dönüşmesi ve zincirleme etkilerle ekonominin geneline yayılması ağır bedellerle sonuçlanabilecektir. Bu konuda tehlike sinyallerini almaya başladığımız ilk günlerden bu yana söylediğimiz şuydu: Konkordatonun sadece finans ve kamu kurumları için geçerli olmasını, ama ticari alacakların konkordatoda kapsam dışında kalmasını şiddetle öneriyoruz.  Aksi takdirde yaşatalım diye konkordato imkânı vermiş olduğumuz firmanın birbirine bağlı yüzlerce ticari alacaklısını da çok zor durumda bırakmış oluruz. Çünkü bir şirketi kurtaralım derken, daha da çaresiz duruma düşecek onlarca şirket gerçeğiyle yüzleşebiliriz. Onun için bir an evvel yasal düzenlemenin yapılıp bu gerçekten hareketle, bu tatsız uygulamadan da geri dönüşün mutlaka olmasını beklemekteyiz.