Eylül ayıda hüznüyle geliyor.
Hüzün ayıdır Eylül
Ama biz çok gördük bu sene hüzünleri
Sen yapma bari Eylül
Bize yapraklarını dökerken, ağlatma
Güldür bizi.
Sararma
Bütün yaz yeşillenemedik
Sen bizi sarılara boyayıp darlatma
Ilık ılık esen rüzgarınla götür,
Bütün derdi tasayı
Hoş gel Eylül
Ama ne olur boş gelip bizi göz yaşı ile doldurma...
Sibel Öz
ENSEYİ KARATMAYALIM DİYORUM AMA !
Son zamanlarda dostlar arasındaki konuşmalarımız en çok da eski güzel günlerimiz üzerine…
“Ne güzel, ne keyifli yaşamışız bir zamanlar,” deyip duruyoruz…
Öyle zamanlardan geçiyoruz ki, kişisel sevinçlerimiz bile kursağımızda kalıyor. İçimiz el vermiyor keyifli, sevinçli paylaşımlar yapmaya…
*
Cayır cayır yanarken ağlayan ağaçların seslerini işitiyoruz kilometrelerce uzaktan…
Sokaklarda hep mutlu mutlu uyuyan, bize sevgiyle bakan masum köpeklerin gözlerindeki hüzün ve korku çaresizce siniyor üzerimize…
Hastane kantinlerinde dakikalarca, bir cebindeki paraya bir de fiyat listesine bakan, ayakta güçlükle duran, yaşlı insanlar nasıl da acıtıyor…
Herkes hasta. Çok hasta. Ölüyor olsanız randevu yok! Paranız varsa sorun yok!
Hastalar, hasta bakmak zorunda kalıyor. Bakıcı yok! Paranız varsa sorun yok!
Sonbaharda dökülen yapraklar gibi birer birer kaybettiğimiz canlar… Hangi cenazeye yetişeceğimizi bilemediğimizi günler…
Çöp konteynerlerinde buldukları bozuk gıdalar için bile şükrederek, açlık bastıran insanlar…
Ya çocuklar… “ Evinden beslenme çantasını boş getirmek zorunda bırakılan fakir aile çocukları bana bir tane simit alır mısın öğretmenim,” demek zorunda kalan çocuklar… Ahh çocuklar!
Her gün cinayete kurban giden, koruyamadığımız kadınlarımız…
Yıllardır çocuklarını arayan CUMARTESİ ANNELERİ!
Deprem sonrası ailelerinin cesetlerine razı olan, “Bir mezarı olsaydı,” demek zorunda kalan insanlar!
Yıllarca özel eğitim kurumlarında köle gibi çalışıp, ayrı bir eve bile çıkamayan öğretmenlerimiz…
Düşünce suçuyla yargılananlar içerde… Dilimin dönmediği paralarla şov yapanlar dışarda…
Seviyesizlik, görgüsüzlük baş tacı!
Yaşlıların -baş- olamadığı, Emeklilerin insan onuruna yaraşır bir yaşam süremediği bir toplumda yaşamak çok ama çok üzücü.
*
Bazen düşünüyorum, geçmişte de çıkmazda hissettiğimiz dönemler olmuştur. Oldu!
Ancak bu denli çaresiz kalmış mıydık hiç bilmiyorum. Hadi ben “bilmiyorum,” diyelim. Doksan dört yaşında, aklı başında bilge dostumla konuşuyoruz. O, biliyor! Üstelik artık umudu da kalmadı güzel günlerin geleceğine, gelse bile göremeyeceğine…
*
Suçu var mı yok mu diye düşündüm…
Sonra, şöyle bir baktım olanlara… Ailesel olarak da bazı olumsuzluklar yüklendi çok sevdiğim Ağustos ayına…
Herkesin üst üste yaşadığı sıkıntılar bazen o ay, bazen bu ay, bazen de yılları kapsayabiliyor.
Uzun zamandır hepimizin bunaldığı zor zamanlardan geçiyoruz. Bir de üstüne ülkenin hali eklenince, kanadı kırık kuşlar gibi çırpınır olduk… Yardım gerek kanatlanmak için yeniden. Birisinin, birilerinin el atması gerek artık!
Ait hissetmediğimiz bir toplumun içinde yaşamak zorunda kalmaktan sıkıştık…
Yol tıkandı. Önümüz duvar. Duvardan ötesi yok!
”Enseyi karartmayalım,” diyorum ama nasıl olacak?
SICAK! ÇOK SICAK!