Emek mücadelesinin içinde yer alan çıkmazlar ve tarihsel olan ile güncel olan arasındaki bağı kurmanın önemi yadsınamaz bir gerçekliktir.
Mücadele ettiğimiz alanlar bazen sınırlarımızı, bazen de içinde bulunduğumuz ruh halini yansıtır. Bir kentin dinamikleri ne kadar hızlı değişirse, ona göre pozisyon alır ve savunma hattı kurarsınız. Kale surlarını dövmeye başlarsınız; belki bir duvarına gedik açarsınız ve zafer kazanmış bir edayla kentin meydanında dolaşma cesaretini elde edersiniz. Ancak bazen işler zorlaşır; kale surlarına bile yaklaşamazsınız, surların üzerinden üzerinize kızgın yağlar dökülür ve oklar atılır. O anda tüm hayalleriniz yıkılır, meydanda dolaşmak bir yana, bir köşeye çekilip kaybetmenin sancısını yaşarsınız. “Nerede hata yaptım?” diye düşünürsünüz. Oysa kafanızda her şey kusursuzdu ve kaleye o gedik açılmamalıydı.
MÜCADELE VE ÇELİŞKİ
Gebze, işçi sınıfının yoğun yaşadığı ama bir o kadar dağınık bir kenttir. Sendikaların örgütlü olduğu fabrikalar vardır. Bir emekçi, toplu sözleşme döneminde MESS’e karşı uyarı eylemleri ve iş bırakma yaptığında, "işçilerin birliği sermayeyi yenecek" diye slogan atar. Ancak mahallesine gittiğinde, tarikatların içine düşer. Her sabah işe gitmek için 20 yıldır aynı yerden bindiği durakta, "Devrimciler patronların ensesindeyiz” diye bağırarak bildiriyi dağıttıklarında, o bildiriyi gururla alır. Fakat oturduğu mahallenin parklarında uyuşturucu kullanılması onun için hayatın olağan akışıdır; bu tür meseleler artık normalleşmiştir.
UMUTSUZLUK, YABANCILAŞMA VE YOKSULLAŞMA
Bir de sisli ve puslu şehrimizin beyaz yakalıları vardır. Kentin belli bölgelerinde otururlar ve şehirde olan biten her şeyden habersizdirler. Onlar için idarecilik ve mühendislik, çalıştıkları fabrikadan ibarettir. Yaşadıkları stres ve mobingten sonra, kendi konfor alanlarına çekilme ihtiyacı hissederler. O anda gözleri hiçbir şeyi görmez. Hatta fabrikasında onca makine arızasına çözüm arayan mühendis, yaşadığı apartmanda bindiği asansörün arızasına bile çözüm arayamayacak kadar çevresine yabancılaşmıştır ve giderek yoksullaşmaya başlamıştır. Konfor alanı giderek küçüldükçe, kısa yoldan para kazanmanın yollarını aramakta ya da çareyi bu ülkeyi terk etmekte bulmaktadır.
Zihnimizi dağıtan daha birçok mesele var, yukarıda anlattıklarımdan daha fazlası. Tarihin akışının durduğu, hatta geriye gittiği dönemlerde, kentine ve ülkesine sahip çıkan bir yurtsever için hayat bazen çekilmez olabilir. Birden fazla denklem zihnimizi daraltır ve bizi umutsuzluğa sürükler. Böyle dönemlerde aklıma hep bir işçi önderi olan Mustafa Abi’nin sözleri gelir. Kentin dertlerini birbiri ardına sıralarken beni sonuna kadar dinledikten sonra şöyle derdi: “Sadeleşmek gerek!”
HEPİMİZ BİR PROVADAYIZ!
Ama elbette, bütün bu sorunları sıralamadan önce heybemizde bir pusula ile yola çıkmak gerek. Eğer bu ülkede emeğin iktidarını istiyorsak, bu mücadele işçi sınıfının kuraklaşan ve zayıflayan gündelik hayatını farklı sanatsal ve kültürel deneyimlerle zenginleştirmek için imkanlar yaratmak bugünün en acil konularından biridir. Bu süreci, bireysel olarak yıpranan iradelerin kolektif deneyimler halinde yeniden üretimi olarak düşünmeliyiz. Ne zaman ki işçi sınıfı kendi yarattığı sanatsal pratikle buluşur, işte o zaman kendini kendisine anlatmaya başlamış demektir. Hepimiz bir provadayız, devrimin provasında.
"Bildiğim tek şey var, o da iki sınıf olduğu; proletarya ve burjuvalar. İki sınıf var, eğer birinden değilseniz, öbüründen olmanız gerekiyor."