Atatürk öğretmenin, okulun, eğitimin, köyün ve köylünün önemini biliyordu...
Bu nedenle diyordu ki;
"Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır"
Dikkat edin! Anaların, babaların, hakimlerin, kaymakamların, valilerin, partilerin veya siyasetçilerin değil; öğretmenlerin eseri...
Ve yine diyordu ki: "Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet henüz millet namını almak yeteneğini elde edememiştir."
"Türkiye’nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür."
“Kılıç kullanan kol yorulur, fakat saban kullanan kol, her gün kuvvetlenir.”
Atatürk, Türk devriminin temel niteliği şeklindeki sözlerine devam ediyordu:
"Öğretmenler her fırsattan istifade ederek halka koşmalı, halk ile beraber olmalı ve halk, öğretmenin çocuğa yalnız alfabe okutur bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır."
İşte bu nedenle, AKP öncesine kadar bir devlet politikası vardı...
Her köyde bir okul olacak...
Her okulda en az bir öğretmen bulunacak...
Her okulun önündeki göderde ay yıldızlı al bayrak dalgalanacak...
Ve yıllarca bu böyle yapılmaya çalışıldı. Devlet bütün imkanlarını kullanarak, her köye derme çatma bile olsa bir okul açmaya ve yine her köye çağdaş ve modern bir Cumhuriyet öğretmeni göndermeye çalıştı.
Hatta köy değil, mezra diyebileceğimiz yerlerde bile, tek odadan ibaret olan okullara, gönderdiği öğretmenler aracılığı ile; Anadolu'nun her köşesine ilmi, irfanı ve Cumhuriyetin ışıklarını yaymaya çalıştı.
Yalnızca öğrencilere mi?
Tabi ki hayır.
Bu çağdaş ve modern değerleri, bütün köy halkına taşımaya çalıştı. Bir yere kadar başardı da.
Fakat ne oldu?
AKP iktidarı geldikten sonra bir şeyler hızla değişti!
Sözde daha iyi bir eğitim adına, "Taşımalı Eğitim" diye bir kavram ortaya atıldı ve halka bile sorulmadan uygulamaya geçildi.
İşte ne olduysa o zaman olmaya başladı.
Köylerdeki okullar kapatılarak çürümeye terk edilirken, öğretmenler ve öğrenciler taşınarak daha merkezi yerlerde toplanmaya ve eğitim belde ve ilçe merkezi gibi yerlerde yürütülmeye başlandı.
EĞİTİM SEN'in 7 Haziran 2018 tarihli "Eğitimin Durumu"raporuna göre, yaklaşık 17 bin köy okulu
kapatıldı!
Okullarımızdaki al bayraklarımız indirildi. Okullar sessiz ve mahsun, köylü mahsun ve rehbersiz bırakıldı.
Köylerdeki öğretmenlerimiz yalnızca geleceğimizin teminatı olan yavrularımızı mı aydınlatıyorlardı?
Evet diyorsanız, çok ama çok yanılıyorsunuz.
Çünkü köylerimizde görev alan Cumhuriyet öğretmenleri; Atamızın "Öğretmenler her fırsattan istifade ederek halka koşmalı, halk ile beraber olmalı" direktifinin bir gereği olarak, yalnızca yavrularımızı değil, köylülerimizi de eğitiyor ve yetiştiriyorlardı.
Ata mirasını paylaşamayanlardan tutun da, alacak verecek meseleleri ve yakın akraba evliliklerine kadar bir çok konuyu, köylümüz bu öğretmenlere danışıyorlardı.
Öğretmenlerimiz aydın, bilgili, çağdaş ve aydınlık geleceğin rol modeliydiler.
Ama ne oldu?
AKP okullarımızı kapattı ve köylülerimizi de cehaletin karanlığına terk etti!
Köylerden çekilen yalnızca öğretmenler midir?
Hayır, hayır, hayır... Çok ama çok daha fazlasıdır.
Mesela:
Köyde Türk Bayrağının dalgalandığı tek yer neresidir?
Okul...
Siz köyden öğretmeni aldınız. Ne oldu?
Okul kapandı ve bayrak da gönderden indi!
Siz öğretmenle birlikte, köylünün bayrağını da elinden aldınız!
İstiklal Marşı ve Andımız nerede okunuyordu?
Okulda...
Siz köylüden İstiklal Marşı'nı ve Andımız'ı da çekip aldınız!
Köylü, milli bayramları nerede kutluyordu, nerede izliyordu, nerede katılım sağlıyordu?
Okulda...
Siz öğretmenle birlikte köylünün milli bayramlarını da elinden aldınız!
Bayramlarda okunan vatan ve millet şiirlerini, tarihi olaylarla ilgili köylüyü aydınlatan konuşmaları, duyulan milli coşkuyu, boru-trampet ve "rap, rap" seslerini ve dahi Türk'ü millet yapan milli şuuru elinden aldınız!
Okulu kapatıp öğretmeni çekerek; folkloru, piyesi, sportif faaliyetleri de çekmiş oldunuz! Çünkü köylerdeki futbol takımlarını kuranların neredeyse tamamı öğretmenlerdi. Köylerarası futbol turnuvalarını yok ettiniz!
Köylünün sosyalleşmesini yok ettiniz!
Siz köyden yalnızca bir öğretmeni almadınız. Çağdaş giyim ve kuşamı da çekip aldınız ve bu hamlenizle Cumhuriyet'in kıyafet devrimini köylerde çöpe atmış oldunuz!
Siz öğretmenle birlikte, köylünün çağdaş yaşam rehberini, aydınlık Türkiye'nin rol modelini ve dahi modern saç ve sakal tuvaletini bile elinden aldınız!
Aslında öğretmenin köyden çekilmiş olması Cumhuriyet köylüsüne indirilen ilk darbe değil, son darbeydi.
Çünkü ilk büyük darbe daha önce, 2003'lerden itibaren sessizce indirilmişti!
Neydi o darbe?
Anlatalım:
Cumhuriyetimizin ilelebet payidar kalması gerektiğine gönülden inanan Mustafa Kemal, bu payidar olmayı garanti kılacak neredeyse bütün tedbirleri aldırmıştı.
Bu konuda verdiği direktiflerden birisi de şuydu:
"Köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları, verimli, modern, uygulamalı tarım merkezleri kurmak gereklidir."
İşte Köy Enstitüleri,
Atatürk Orman Çiftliği, Tohum Islah İstasyonları, zirai alanda makineleşme hareketleri, Tarım Kredi Kooperatifleri, Ziraat Okulları, Yüksek Ziraat
Enstitüleri ve Devlet Üretme Çiftlikleri bu direktif üzerine kuruldu ve geliştirildi.
Cumhuriyet’in ilk dört yılında tarıma tam 2000 traktör girmişti. Yani Polatlı köylüsü; traktörü AKP döneminde değil, bundan tam 95 yıl öncesinde kullanmaya başlamıştı.
1950'de kapatılana kadar ülkede tam 22 tane Devlet Üretme Çiftliği vardı. Neredeydi bunlar? Dikkat edin; Ceylanpınar, Muş, Ulaş, Sivas, Iğdır Silifke, Tarsus, Dörtyol, Yalova gibi yerler.
Bakın, size çok somut bir örnek vereyim: 1988-1991 yılları arasında Ardahan'ın Göle İlçesi'nde dahi İnek Geliştirme Merkezi (TİGEM) vardı. Yoksa siz Göle Kaşarı'nın tesadüfen mi meşhur olduğunu sanıyordunuz? Tabiri caizse herkesin unuttuğu yerleri bile Cumhuriyet unutmamıştı...
Köy enstitülerinin başına gelen hazin sondan sonra, diğer kurum ve kuruluşların da çoğu yaşatılamadı, bir kısmı ise iğdiş edilmiş halleriyle günümüze kadar gelebildiler. Köy ve köylü ziraat yönünden yine kaderine terk edilmişti!
Daha sonraki yıllarda, köyün ve tarımın önemi yeniden fark edildi ve Köy Grubu Ziraat Teknisyenlikleri kuruldu.
Tabiri caizse; imamlar köyde dini rehber, öğretmenler ise milli ve sosyal rehber idiler. Köylünün bir rehberi daha vardı. Onlar da üretim tarımın rehberiydiler. Onlar ziraat teknisyenleriydi…
1971 yılında yapılan kanuni düzenlemelerle, çiftçilerle daha yakın ilişkiler kurabilmek, köylüyü eğitmek ve atadan kalma ziraat yönteminden modern ziraate geçiş yapabilmek maksadıyla Köy Ziraat Teknisyenlikleri kurulmuştu.
Her 600-1000 çiftçi ailesi bir ünite kabul edilerek ülke çapında ilk etapta tam 4210 adet köy grubu Ziraat Teknisyenliği teşkil edilmişti.
Bu teknisyenlikler kendilerine verilen görevleri layığı ile yapabilsinler diye araç gereç tedariği programa bağlanmış ve 1976 yılından itibaren de köy hizmet binaları ile lojmanların inşasına başlanmıştı.
Sonraki yıllarda 34.000'in üzerindeki köye ve milyonlarca köylüye hizmet götüren ziraat teknisyenlikleri, kısa zamanda ülke çapında meyvelerini vermeye başlamıştı.
En büyük meyve ne miydi?
Tarım, ziraat ve hayvancılık yönünden kendi kendine yetebilen bir Türkiye...
Çiftçiler ile "Ziraatçılar" arasındaki ilişki oldukça önemliydi. Ziraatçılar, devlet memurları olmaktan çok, köyde yaşayan, köyün ve köylünün içinden gelmiş eğitimciler olarak çalışırlardı.
Kendilerini köye ve ziraate adayan bu teknisyenler, en ücra yerlerde bile devletin tarıma uzanan maharetli kollları gibi faaliyet gösteriyorlardı.
Köylü; arıcılığı, tohum arılamayı, budama yapmayı, ilaçlamayı, aşı yapmayı, suni tohumlamayı, gübreleme ve sulama teknikleri gibi birçok şeyi bu teknisyenlerden öğreniyordu köylüler.
Yanlış yönetim politikaları, teknisyenleri köyden çekti.
Köylü her alanda olduğu gibi bu alandada yetim bırakıldı.
Gazi Aydoğdu
Eğitimci-Tarihçi-Yazar