Tarihler 5 Haziran 1964’ü gösterdiğinde ülkemize bir mektup gönderildi. Doğrudan başbakana gönderilmiş bu mektubun sahibi ise dönemin ABD Başkanı Lyndon Johnson idi. O sırada Kıbrıs’taki yurttaşlarımıza dönük terör faaliyetlerini durdurmak üzere seferberliğini tamamlayan Demirel hükümetine bu karardan ivedilikle dönmesi şeklinde gözdağı veren bu sözler, dış politikamızda bir devrin de sonunu getirdi.
İkinci Dünya Savaşı sonrası özellikle Stalin’in saldırgan dış politikası neticesinde Türkiye hızlı bir şekilde Batı Bloğuna yanaştı. Ancak özellikle Demokrat Parti iktidarında bu Amerikan yancılığı öylesine üst noktalara ulaştı ki; ülkemiz dış politika dengelerini tamamen yitirdi. Bu süreci takiben önce yaşanılan “Jüpiter Füze Krizi” ve akabinde gerçekleşen “Johnson Mektubu”, ABD’nin Müttefiki olma olgusunu sorgulamamıza sebebiyet verdi. Zira sadece onun çıkarlarını koruduğumuz müddetçe bir müttefiklik ilişkisi söz konusu idi. Bir kriz anında ortada bırakılmamız hatta daha kötüsü sırtımızdan vurulmamız artık çok olasıydı. Bu olaylar akabinde Amerikan Rüyası, bir süreliğine ortadan kalktı ve oldukça halkçı söylemler eşliğinde iktidara gelen Bülent ECEVİT, öncelikle ulusal bağımsızlık vurgusunu dış dünyaya karşı sergiledi ve akabinde de Kıbrıs’ta yaşayan yurttaşlarımızı kurtaracak olan harekâtı başlatarak adını tarihe altın harflerle yazdırdı. Kara Oğlan’ın ruhu şad olsun…
Tarih tekerrürden ibaret. Koşulsuz-şartsız tek taraflı bir dış politik söylem, sonunda sizi mutlaka zora sokuyor. Öyle ya; Avrupa’nın göbeğinde, bize fazlaca uzak olmayan bir savaşı seyrediyoruz. Sadece biz değil, ABD ve Avrupa ülkelerinin çoğu bu seyir halinde en önden yerini almış durumda. Ukrayna halkı ise; Rusya’nın emperyalist müdahalesine karşı Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski önderliğinde kahramanca bir direnişin içerisindeler. Ama aynı Ukrayna Halkı, büyük bir umursamazlık ve belki de ihanetin de içerisindeler- çok güvendikleri AB ve ABD tarafından-. Zira Zelenski, Batı yanlısı söylemleriyle iktidara gelmiş bir liderdir. Üstelik bunu % 73,23 gibi çok yüksek bir oy oranıyla sağlamıştır. Gerek Zelenski gerekse de ona güvenip oy veren kişiler, bugün sahip olduğu bu düşüncelere ne derece sadıktır bilemem ama itildikleri bu yalnızlığı da şüphesiz birçoğu unutmayacaktır. Bu gelişmeler ışığında şahsım adına diyebilirim ki; NATO, bir daha asla Rusya’ya karşı caydırıcı bir güç olarak görülmeyecektir. ABD, bir daha asla dünyanın tek Hegemon devleti sıfatıyla anılmayacaktır. O sebeple bu savaşın sonucu ne olur bilemem ama Uluslararası Sistem’in ciddi değişimlere gebe olacağı da aşikârdır.
Ülkemiz özelinde ise bir önceki yazımda da belirttiğim olumsuz gelişmeler maalesef gerçekleşmeye başladı. Türkiye, henüz resmi hiçbir yaptırımla karşılaşmamasına rağmen Türk Lirası, dünyada en fazla değer kaybeden para birimi olarak göze çarpmakta. Yine ulusal borsalarımızda çok büyük zarar eğilimli hareketler yaşanmış ve öyle ki devre kesicilerin uygulanılması zorunluluğu doğmuştur. Ayrıca savaşın ortasında kalan binlerce yurttaşımızın durumu belirsizliğini korumaktadır. Büyükelçilik personelimizin özverili çalışmaları mevcuttur ancak bu tarz durumlarda salt reaktif önlemler hiçbir zaman yeterli olmaz. Öngörülü olmanız gerekir. Hükümetimizin bu gerekli öngörüyü sergilediğini düşünmüyorum. Muhtemeldir ki benimle birlikte orada yaşayan insanlarımız da... Ancak her şeye rağmen bu savaş karşısında yaptığı açıklamalarla Rusya’yı kınama cesaretini gösteren Dış İşleri Bakanlığı’mızı kutluyorum.
Artık sivillerin doğrudan zarar gördüğü bu savaşın bir an önce sonlanmasını diliyor, Rus İşgaline karşı kahramanca direnen Ukrayna Halkının mücadelesini en içten duygularımla selamlıyorum.
Kahrolsun Emperyalizm!