Duygular bulaşıcıdır ve düşüncelere de sirayet eder. Düşünceler ise yaşam filtrelerimizdir. Aynı fotoğraf, farklı filtreler sayesinde bizlere aynı gelmiyorsa; o vakit filtreler- düşüncelerimiz- önemlidir değil mi? Okumuş olduğum bir yazıda ise düşünceler, duyguların öncülü olarak aktarılıyor. Doğrusunu isterseniz bu bana biraz “tavuk mu yumurta mı” ikilemini anımsattı. Ama bir husus beni etkilemişti. Eğer düşünceler duygulara evrilmişse; yapacak hiçbir şey yoktur. Ama düşüncelerimize erkenden müdahale edersek; o vakit onlar bize hiçte istemediğimiz şekillerde müdahale etmezler. Kabaca nasıl düşünürsen öyle yaşarsın hipotezi… Yani iyi yaşamak, iyi düşünmekte başlıyor. İyi düşünmek için ise daha önceleri de üzerine defalarca yazdığım bir şey gerekli: “Umut”
Ülkemizde kitle iletişimi, ne yazık ki bizlerde pozitif duygular uyandırmıyor. O kadar fazla olumsuz haber var ki; insanlar, bu sebeple hiç olmadığı kadar agresif ve öfkeye meyilli. Tahammül sınırlarımızı nerede aştık bilmiyorum ama bir çoğumuz için bu sınır bir şey ifade etmiyor artık. İnsan sosyal bir varlık ve çevresinden etkileniyor ve ulus mantığıyla da en geniş çevremiz; ülkemiz. Ülkemize dönük düşüncelerimiz, kişisel hayatımızı da şekillendirmekte. Bu sebeple çok basit bir soruya cevap arayarak sizlere biraz olsun güzel şeyler düşündürmek istiyorum:
“Bu ülke nasıl düzelir?”
Öncelikle bütün çözümler, sorunu kabul etmekle başlar. Yani ülke olarak bir darboğazda olduğumuzu kabul etmek gerekir. Daha sonra ise ülkeyi bu kötü hale getiren faktörler tespit edilir ve bunları ya tamamıyla durdurmak ya da azaltmak adına girişimlerde bulunulur. İnanın kurtuluş reçetesinin en az emek isteyen ama en zor olan kısmı budur. Zira bu andan itibaren yapacağınız her girişim, olumlu yönde seyredecektir. Tabi ki bu girişimler, bilimsellikten uzak olmamalı ve periyodik merkezi planlamalar dâhilinde uygulanmalıdır. Formül kabaca budur ama gelin ülkemiz özelinde neler yapılabilir? Bunun basit bir listesi üzerine konuşalım.
- Ülkeye Sıcak Para Akışını Sağlamak: Bir ülkeye sıcak para akışını sağlamak bir başka değişle yabancı yatırımcıyı çekmek için bana göre oturmuş-değişmez koşullar yoktur. Zira birbirinden çok farklı görünümde olan ülkeler, yatırımcılar için cazip olabilmektedir. Elbette ucuz işgücü, demokratik ve hukuk devletinin işlerliğinin aksamaması, suç oranının azlığı gibi faktörler önemlidir ama en önemlisi konjonktürü doğru okumaktır. Türkiye, yaşadığı kriz sebebiyle asgari ücret bağlamında en ucuz iş gücüne sahip ülkelerden birisi maalesef. Hükümetin ekonomi politiğinde de bu faktör başat rol oynuyor ancak sadece ucuz işgücü, yatırımcıyı çekmek için yeterli olsaydı; Sahra Afrikası gibi bölgeler yatırım merkezleri olurdu. Güvenirlik, bir yatırımcı veya finans kuruluşu için en önemli etken diyebiliriz. Ayrıca yapısal reformlar gerçekleştirmek adına gerekli sıcak parayı borç alarak karşılamak zorundayız zira ülkemizin net rezervleri eksidedir. Bundan sebep; gerek yatırımcılar gerekse de borç alabileceğimiz kurumları ikna etmek için yapılması gereken ilk köklü reform, Hukuk Reformu’dur. Hukuk, insanlar için güvenin en önemli yapı taşıdır.
- İşsizliği Azaltmak: Ülkemiz insanı için en önemli sorunlardan birisi de şüphesiz işsizlik sorunudur. Aslını isterseniz, sıcak para ülkemize yatırımlar kanalıyla geleceği için önemli bir istihdam sağlar. Ancak kriz durumlarında bu yükü sırtlaması gereken en önemli kurum, Devlettir. Devlet, yapacağı yatırımlar ile nitelikli ve satın alma gücü bağlamında; asgari ücretin üstünde olan bir çalışan kesim yaratmalıdır. Zira devletin en önemli gelir kaynağı vergiler, vergilerin ise en büyük payını işçiler oluşturmaktadır. Zira onların vergilerini vermemek gibi bir şansı yoktur. Ancak Neo-liberal dönüşüm sonrası ülkemizde devletin yaptığı yatırımlarda bir şirket gibi karlılık aranmakta, bu beklenti ise ekonomideki özel sektörün payını kontrolsüz bir şekilde arttırmaktadır. Bu durum, bizleri salt işverenin kazancının baz alındığı ve işçinin alım gücünde ciddi bir gerilemenin yaşandığı bir hale itmiştir. Bu halin göstergesi olarak Tr’de orta sınıf erimiş ve akabinde yoksul nüfusta ciddi bir artış gözlemlenmiştir. Şüphesiz Ultra Zengin nüfusta da... Türkiye, bu sebeple ekonomiye devlet eliyle dengeleyici müdahaleler yapmalı, büyük üretim tesisleri gibi istihdam merkezlerini hayata geçirmeli, özelleştirmelerden kaçınmalı ve yap-işlet devret gibi kamuya yük olan modellerden vazgeçmelidir. Ayrıca milli parasında yaşadığı değer kaybını minimalize etmek adına da sıkılaştırılmış mali para politikaları reformlarını gündemine almalıdır. Tıpkı 2001 krizi sonrası olduğu gibi. Zaten bu reformları hayata geçirmeden dışardan tutarlı borç alımı yapması da mümkün değildir.
- Enerji Arzı Problemini Çözmek: Bütün dünyada enerji arzının, yenilenebilir kaynaklara yönelerek sağlanması öngörülüyor. Hali hazırda kullanılan petrokimya rafineleri ve nükleer enerji santralleri, gerek yarattığı iklim krizi gerekse de çevre için yaratabileceği tehlikeler göz önüne alındığında tercih edilirliği her gün azalmaktadır. Ancak gelişmiş ülkeler, geçmişte ekonomik refahını bu bahsi geçen enerji üretim yöntemlerinden kazanmıştır. Bu bağlamda ülkemiz için özellikle nükleer enerji ciddi bir alternatif olabilir. Burada çok önemli bir husus vardır. Nükleer enerji santralleri, genellikle uranyum atomu kullanılarak enerji üretimi sağlar. Uranyum, hem yüksek radyoaktivitesi hem de kararsız yapısı göz önüne alındığında tehlikeli bir seçenektir. Ancak geçtiğimiz aylarda Çin, Toryum atomunu kullanarak enerji üreten bir nükleer santrali faaliyete geçirdiğini açıkladı. Bahsi geçen Toryum ’un ise dünyada yataklarının en fazla yer aldığı ikinci ülke, Türkiye’dir. Toryum, ayrıca radyoaktivite bağlamında da Uranyum’ a nazaran daha makul bir tercihtir. Orta vadeli bir plan ekseninde bir enerji santrali inşasına gidilirse; enerji fiyatlarının çok yüksek olduğu ülkemizde biz vatandaşların hayatında çok ciddi bir kazanımın sağlanacağı, aşikârdır. Fakat bunun için ivedilikle bir bilimsel altyapı planlaması sağlanması gerekir.
- Bölgesel Kalkınma Planları ve Kooperatifleşme: Ülkemiz, jeolojik ve özel konumu sebebiyle farklı iklim tiplerinin bir arada görüldüğü zengin bir coğrafya. Önemli bir tarımsal üretim potansiyeli barındırmaktadır. Ancak plansız tarım, hem bu potansiyeli bitirmekte hem de tatlı su kaynaklarının bilinçsizce tüketilmesine sebebiyet vermektedir. Yine yanlış gümrük ve ithalat uygulamaları, tarımsal üreticiyi zor durumda bırakmaktadır. Ülkemiz fındık, incir gibi ürünlerde dünyada en fazla rekolte veren ülkedir. Ayrıca “markalaşma” kavramının tarımsal üretimde düşünülmemesi büyük bir kayıptır. Bugün Hollanda, İsviçre gibi ülkeler, tarım ve hayvancılıkta bizden çok daha zor koşullarda olmasına rağmen senelik kazancı bizden kat ve kat fazladır. Bu durumun oluşmasında merkezi planlama ve kooperatifleşme başat rol oynar. Ülkemizde TORKU, TARİŞ, FİSKOBİRLİK gibi önemli tarım kooperatifleri mevcuttur ancak bunlar karlılık potansiyelinin çok altındadırlar. Yine endemik bitki türleri üretimi ve bu konuda yapılacak marka çalışmaları, ülkemiz ekonomisine ciddi faydalar sağlayabilecek çalışmalar olabilir. Tüm bunlara ek olarak, vatandaşların büyük çoğunluğu, meyve, et, süt vb gıda ürünlerine ulaşmakta ciddi sıkıntılar yaşamaktadır. Bu durum en basit tabirle biyolojik gelişim sürecine gem vurmakta ve sağlıklı nesiller inşasında ciddi bir engel teşkil etmektedir. Tarımsal Üretim ve Hayvancılık, bu yönüyle de çok değerlidir ve bilimsel yöntemler kullanılması sonucu üretimde yaşanacak artışlar; özellikle iç pazarda kendisini fiyat indirimleri şeklinde gösterecektir. Bu vatandaşın en öncelikli ihtiyaçlarından birisidir.
Sevgili dostlar inanın sınırlı bilgimle yapmış olduğum bu analizden uygulanabilir ve fark yaratacak birçok politika çıkartılabilir. Millet ittifakında yer alan ve hali hazırda alanında uzman olan kişilerin önerilerini düşünsenize… Özetle ülkemiz, bünyesinde çok önemli bir ekonomik potansiyel barındırmaktadır. Öyleyse ülkemizdeki düzelme hali de ekonomik düzelmeyle başlayabilir. Eğer ülkemiz, ekonomik sorunlarını aşarsa; sosyal yaşantımızdaki eşitlikçi eğitim ve sağlık hizmetleri erişimi, kadına şiddet, barınma ve ulaşım gibi problem yaşadığımız birçok sorunun çözümü adına da ciddi yol kat edebilir. Hayatta hep inandığım üzere: “Çözümün bir parçası değilsek; sorunun bir parçasıyızdır.” Öyleyse “bu ülke düzelmez artık” gibi sorunlu bir düşünce şeklini yaşantımızdan çıkarmalıyız. Bu ülke elbette düzelir ancak bunun için elimizi ne denli taşın altına sokacağız ve bu taşın üstünde kimler oturuyor? Gelin artık bunları konuşalım…