İnsanoğlu hatta daha geniş bir perspektif ile canlılık, varolduğu günden bugüne değin daha iyiye ulaşmak adına bir değişim ve gelişim içerisindedir. Tarih, bu akışı doğru okuyup yükselenlerle; karşısında yer alıp yok olanların mücadelesi şeklinde kendine tezahür etmiştir. Bu kadim değişimin ivmesi ise; her geçen gün kendini daha da arttırmaktadır. Nerede ve ne zaman olduğunu bilemesem de; artık biz değişimi değil, o bizleri kontrol etmektedir. Bu otonom süreç, birbirine karşıt iki rakibi belki de hiç olmadığı kadar palazlandırıp belirgin kılmakta: “Yenilikçilik” ve “Muhafazakârlık”.
Dalton’un atom tanımı çürüyeli asırlar geçti. Aristo’nun aynı akıbete uğrayan canlı tasnifinin üzerinden ise yaklaşık iki bin yıl geçti. Fransız Fizyokratları’nın “laissez faire laissez passer” görüşü, insanlığa en ağır ekonomik buhranını yaşatalı neredeyse bir yüzyıl… Zaman, kusurlu olan asla acımayan bir gerçeklik ve her şey eninde sonunda bundan nasibini alıyor ve alacak. Yani şikâyet ettiğimiz ve özünde gerçekten kusurlu olan her şey eninde sonunda daha iyiye olacak şekilde evirilecek. Ancak insanoğlu, bunları görebilecek kadar uzun yaşayabilen bir canlı değil ve bu sebeple bazı şeyleri muhafaza etme refleksine kapılabilmektedir. İşte bu muhafaza etme hali; hem bize kültür dediğimiz eşsiz değerleri kazandırabilmekte hem de gelişim için elzem olan değişimin önünde bir engel olabilmektedir. Önemli bir reflekstir ve doğru kullanım için kollektif ve bireysel bilinç gereklidir.
Böylesi bir bilinçle; siyasetin değişen dünya düzeninden kopuk bir halde kendisini sürdürmesi elbette mümkün olamaz. Örneklemimizi Türkiye Siyaseti özeline indirdiğimizde de görürüz ki; değişime kendisini açan, iktidarı göğüsleyendir. Bunu sağlamanın iki ön koşu bulunmaktadır. İlk olarak; toplumun sosyolojik refleksleri doğru okunmalı, ikinci olarak ise; kendi örgütsel yapısı, çağa en uygun olacak şekilde dinamik ve işlevsel kılınmalıdır. Bülent ECEVİT, bu bahsettiğim iki şartı sağlama noktasında muhteşem bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumu okumak noktasında 60 yılların Türkiye’sini çok iyi okuyan bu lider, örgütsel anlamda da reformist bir tavır takınarak partisini çağa en uygun olacak şekilde revize etmiş ve bunun karşılığında Cumhuriyet Halk Partisi, tarihinin en yüksek oy oranını onun genel başkanlığında elde etmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin mevcut genel başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU, bana göre birçok yönden öncülü ECEVİT ile benzer özellikler taşımaktadır. Ancak partinin çok uzun bir süre iktidar olamaması, örgütteki mevcut kadroları tutucu ve maalesef zaman zaman hizipçi bir anlayışa sürüklemektedir. Bunu kırmak adına yapılan her türlü yerel müdahaleler, beklenen etkiyi göstermekte yetersiz kalabilmektedir. Zira sorun makro bir sorundur ve mikro çözümler ile beklenen etkiyi yakalamak da çok rasyonel bir bakış açısı değildir. Kökten bir değişime ihtiyaç vardır ve bu değişim BEŞERİ değil SİSTEMSEL olmalıdır. Peki nasıl?
Aslında cevap, Demokrasi algımızda gizlidir. Türkiye, Nispi Demokrasi sistemi ile yönetilmektedir. Yani bizleri yönetenleri biz değil, bizlerin seçtiği daha doğrusu bizlere VEKÂLET eden kişiler sağlamaktadır. Gerekçe olarak ise; doğrudan demokrasiyi klasik seçim sistemleri araçlarıyla gerçekleştirmenin oldukça zor olması gösterilir. Bu aslında doğru bir gerekçedir. Peki klasik seçim sistemleri ve onun araçları değiştirilemez mi? Elbette değiştirilebilir. Teknoloji, her şeyi daha hızlı ve kolay kılabildiği gibi bu sorunu da çözebilmektedir. Üstelik bunun için gerekli olan altyapı, hem ülkemiz genelinde hem de siyasi partiler özelinde mevcuttur.
Söz gelimi Cumhuriyet Halk Partisi’nde kullanılan delegelik sistemi, gerek sebep olduğu örgüt içi kavgalar gerekse de seçme sürecinden partililerin büyük çoğunluğunu dışlaması sebebiyle partiye inanılmaz zararlar veren bir sistemdir. Sistem, siyaset yapma hakkını salt Elitist-Ayrıcalıklı bir zümrenin eline vermekte, yükünü ise örgütün sırtına vermektedir. Antonio Gramsci’nin ünlü Madun tanımı vardır. Madun, kabaca kendi sesi olan ancak üstlerinin izni olmadan konuşamayan kimselerdir. Ne kadar da benzer öyle değil mi? Peki elektronik ortamda ilçe başkanından, milletvekiline, belediye başkanından, genel başkana kadar bütün seçimleri neden bütün partililer yapamasın? Cumhuriyet Halk Partisi, bu seçimi sağlayabilecek alt yapıya sahiptir. Öyleyse geriye sadece bunu istemek ya da istememek sorunsalı kalmaktadır.
Cumhuriyet Halk Partisi, kuruluşun partisidir ve Türk Siyaseti’nin birçok ilkini de yaşatan partidir. Delegelik sistemini kaldırarak bu imtiyazı bütün partililere vermesi, Doğrudan Demokrasinin en güzel örneklerinden birisini teşkil eder ve buradan alacağımız örgütsel motivasyon da bizleri tek başına iktidar yapabilir. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında yeni bir anlayış diyerek çıktığımız bu yolda, faydasından çok zararı olan delegelik sistemini kaldırmak erdemli bir başlangıç olacaktır. Zira Türkiye Cumhuriyeti’nde egemenlik halka, Cumhuriyet Halk Partisi’nde ise Cumhuriyet Halk Partisi mensuplarına aittir. Amasız-şartsız bu anlayış, hâkim kılınmalıdır.
Yaşasın Doğrudan Demokrasi!