Sosyal medya ilginç bir mecra. Genelde bilgi çöplüğü olarak addetsem de bazen nitelikli şeylerle de karşılaşma durumunuz meydana gelmekte. Tıpkı size sunduğum başlık gibi…
Mahfi Eğilmez, ekonomi konusunda takip ettiğim ve alanında oldukça yetkin olduğunu –milyonlarca insanla birlikte- düşündüğüm bir kişi. Sosyal medya profilinde ise oldukça nezaketli ve bilgilendirici bir dil kullanmaktadır. İnsanı çıldırtan cehalet timsali profillere bile bu nezaketini ve tavrını koruyabiliyor. Enflasyon Ataleti kavramını da bu şekilde gördüm. Atalet kavramına fizikten ve Mümin Sekman’ın bir kitabından aşinayım ve oldukça da sevdiğim bir kavram. Kabaca hareket halinde olmanın zıttı olarak lanse edilebilir. Peki! Enflasyon Ataleti diyerek neyi kastederiz ve bu kavramın hayatımızdaki izdüşümleri nelerdir? Sorularına ise gelin birlikte cevaplar arayalım.
Enflasyon, bir ekonomide fiyatlar genel düzeyinin sürekli ve hissedilir artışına verilen addır. Halk dilinde hayat pahalılığı şeklinde yer edinen bu kavram, bir insan için ekonomik gelişmelerin belki de en can sıkan örneğini teşkil eder. Genelde sıkılaştırılmış para politikaları ve yüksek piyasa faizi ile normal seviyelere çekilir. Ancak ülkemizde böylesi bir çaba ne yazık ki görülmemektedir. Nitekim enflasyon, yıllık bazda TÜİK’e göre %85,51 seviyelerindedir. İktisat bilimine göre bu en yüksek enflasyon türü olan Hiper-Enflasyonun acı bir örneğidir(%50 ve üzeri durumlar için kullanılır). Üstelik TÜİK’in açıkladığı rakamlar gerçekçi bulunmamakta ve gerçek enflasyonun 3 haneli sayılar ile ifade edildiği; toplumda genel bir kanı halini almıştır.
Enflasyon Ataleti ise; hâlihazırda var olan enflasyonun düşmeyeceğine aksine daha da artacağına olan inanç olarak düşünülebilir. Bu durum, paranın her gün değersizleştiği, malların ise her gün daha değerli hale geleceği bir düzeni işaret eder. Yani alım gücünüz her geçen gün daha da zayıflayacaktır. Bu sebeple elinizdeki tüm para ile hatta elinizde olmayan borç parayla da mal ya da hizmet satın almak istersiniz. Burada bilinçli olmayan, sağlıksız bir tüketim anlayışından söz ettiğimizi hatırlatmakta fayda var.
Bu bilinçsiz tüketim hali, önce gelir grubunun alt sıralarında yer alan insanlar tarafından temel gıda gereksinimlerine dönük yapıldı. Sonrasında ise eskinin orta gelir grubu olarak tasnif ettiğimiz insanlar, özellikle otomotiv ve gayrimenkul sektörüne ellerindeki tüm birikimini yatırmaya başladı. Bu iki sektörde de inanılmaz fiyat artışlarının ve büyümenin gözlemlendiğini ifade etmeliyiz. Bu harcama sarmalının son halkası olarak ise; ayakkabı, kılık- kıyafet ve aksesuar gibi aslında çokta elzem olmayan ürünler göze çarpmaktadır. Gerekçe olarak ise; insanlar, bir sonraki kışa yahut yaza yatırım yaptıklarını düşünüyorlar. Evet! Kıyafet, ayakkabı alarak yatırım yaptığını düşünen birçok insan var ve sayılarını artık milyonlarla ifade ediyoruz ne yazık ki…
Zara’da birbirini hıncahınç ezen insanlara o kadar kızmıyorum bu yüzden. Zira onlar, kendi imkânları nezdinde kaynaklarını en uygun şekilde kullandıklarını düşünüyorlar. Yukarıda dediğim gibi bu sağlıklı bir tüketim anlayışı değil. Ancak bu yanlış algıya milyonlar kapılıyorsa şayet; burada suçlu bulduğum da ayıpladığım da bizleri yönetenlerdir. İktidara gelirken geçmişin tüp ve ekmek kuyruklarını propaganda malzemesi yapan bu iktidarın bizleri içerisine ittiği bu durum, hem oldukça ironik hem de oldukça acıdır. Üstelik geçmişteki tüp ve ekmek kuyruklarına, Kıbrıslı yurttaşlarımızı kurtarmak için giriştiğimiz harekât sonrası bizlere uygulanan ambargo neticesinde maruz kaldık. Huzur içinde uyu Karaoğlan… Peki! Şimdi yaşadığımız bu kuyrukların sebebi ne ola ki?
Dıj Güçler?