İnsan ilginç bir canlı. Potansiyelinin sınırları oldukça geniş olabiliyor. Bu sınırlar önündeki zahiri perdelerimiz- önyargılarımız- ise o kadar uzakça değil. Çabuk tükeniyoruz. Tükendik diyoruz ama daha da tüketecek bir şeyler bulabiliyoruz. Üretmek bağlamında ise biraz daha fazla bağımlıyız diyebilirim. Umut şüphesiz bu bağımlılık listesinin başında geliyor. Tanıyanlar bilir; “lider” kültünü sevmiyorum ama çok güzel bir lider tanımı var ki söylemeden es geçemem:
” Lider, umudun hiç olmadığı yerlerde bile umudu aşılayabilendir.”
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, kuşkusuz böyle bir liderdi. En karanlık zamanlarda bile çevresine umut veren davranışlarıyla dört bir yandan sıkışmış ülkemize bağımsızlık savaşı verebilme azmini verdi ve buna da öncülük edip başarıyla neticelendirdi. Minnetle anıyorum…
Size bir itirafta bulunayım. Aktif siyasetin içerisinde olan birisi olarak bazen umutsuzluk içerisinde oluyorum. Zira olumsuz çok fazla etmen var yaşantımızda ve iyiye doğru bir ivmelenme de henüz mevcut değil. Genç olmak çok zor. Muhalif bir genç olmak daha da zor. Genelde böylesi arkadaş ortamlarında “Düzelir mi bu ülke?” minvalindeki sorulara; beylik bir “düzelir tabi” cevabını veririm. Ancak doğrusunu söylemek gerekirse bundan pek de emin değilim. Zira bu ülkeyi kurtarma halinde doğrudan yer alamıyorum ne yazık ki. “Birileri bozdu, birileri düzeltecek” algısı hakim kılınmış gibi. Bize ise izlemek düşecek gibi. Hani Antik Roma’da Plebler vardır. Görünürde Patriciler gibi vatandaştırlar ancak gerçekte Karın tokluğu ve vahşi eğlencelerle uyutulan bir sınıftan öte değildirler. Neredeyse 2000 sene önce var olmuş bu düzen hiçte yabancı gelmiyor nedense… Mücadele etmeyi kurtarılmayı beklemeye tercih ettiğimiz her zaman da böyle olacak!
Türkiye, açlık sınırında yaşayanların artık sayılarını milyonlarla ifade ettiğimiz ülke… TÜİK verilerini baz aldığımızda dünya sefalet endeksinin zirvesinde yer alan ülke… Ekonominin bilimsel verilerdense gözlerdeki ışıltıdan yorumlanmaya çalışıldığı ülke… Sayıştay raporunda belirtilen açık kusurlara üç maymunu oynayıp yerin metrelerce altında karın tokluğuna bile yetmeyen çalışma koşullarında çalışan madencilerin öldüğü ve ihalenin yine kadere kaldığı ülke…
Yukarıda bahsettiğim şekilde o kadar çok örneklem sunabilirim ki bu ülkeyi tanımlamak için… Gelgelelim buna ne yüreğim ne de mantığım el vermiyor. Bazen bu şartlarda siyasi birkaç kelam etmek de boş lakırdı gibi geliyor ama derler ya: ” Söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil.”
Hasan Hüseyin Korkmazgil, bir dizesinde şöyle der: “Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz.” Bu büyük şairin bir bildiği vardır diyerek size umut adına diyecek pek bir şey bulamıyorum bu hafta. Affola!
Belki suskunluğumuz bir şeyler anlatır sizlere…