AKP’yi Türk Siyasal yaşamına sokan birçok faktör var. Ancak onları iktidar yapan başat etken; kuşkusuz 90’lı yılların istikrarsız politik gündemi sonrası gerçekleşen 2001 Ekonomik Krizi. Bu kriz, özellikle dönemin kararsız seçmenlerini kriz öncesi siyasal aktörlerden uzaklaştırmış ve akabinde yeni kurulan bir parti olan AKP, 3 Kasım 2002’de yapılan erken seçimlerde oyların % 34,3’ünü alarak tek başına iktidar olmuştur.
AKP’yi iktidara getiren etkenleri iyi analiz etmek aslında onu iktidardan indirecek olanları da anlamamız hususunda çok önemlidir. AKP, bir siyasi ekolün temsilcisi olarak kurulmuş bir parti değildir. Ancak değişen şartlara göre kendisine yeni tabanlar yaratabilmektedir. Bu durum, zaman zaman parti içindeki iç çekişmelere ve bazen de bu çekişmelerin ülke gündemine doğrudan sirayet etmesine neden olabilmektedir. O sebeple tekrar etmekte fayda vardır. AKP bir kitle partisi değil, kitleleri televizyon, sosyal medya vb. kitle iletişim araçlarıyla mobilize eden bir siyasal yapıdır.
İktidardaki ilk yıllarında AKP, kendisinden önceki süreçte ülkeye deyim yerindeyse dışardan transfer edilen Kemal DERVİŞ tarafından alınmış Güçlü Ekonomi Politikası’nın olumlu etkilerinin kaymağını yemekteydi. Bu yıllar, küresel anlamda da 2008 yılına kadar sürecek ciddi bir ekonomik büyümenin geçerli olduğu zamanlardı. Ayrıca AB ile tam üyelik müzakereleri de masadaydı. Tüm bu etkenler, iktidardaki bu yeni partinin, yüzer-gezer oy diye tabir edilen seçmen kitlesindeki sempatisini arttırdı. Ancak ekonomideki ilerlemenin önce durması ve akabinde negatif yönde bir seyir halinde olması, partinin temel dinamiklerinde derin çatlaklara sebebiyet verdi. Öyle ki kurucu dörtlüsünden 3’ü ya partiden uzaklaştırıldı ya da pasifize edildi. Geriye partinin genel başkanı ve o dönemki T.C. Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan kaldı. Bu tarihten sonra AKP, Erdoğan etrafında şekillenen ve onun otoritesinin tartışmaya kapalı olduğu bir kişi partisine evrildi. Erdoğan, partiden kopan kişilerin boşluğunu yapmış olduğu ittifaklar ile perçinledi. Kuşkusuz bu ittifakların en önemlisi, tarikat ve türevleri yapılar ile olanlardı. Maalesef bu durumun faturası, ülkemize 15 Temmuz 2016 yılında yapılan darbe girişimi ile yansıdı ve yüzlerce insanımız bu olay sonrası hayatını kaybetti, binlercesi ise yaralandı. Bu olayın iç yüzünü hala tam anlamıyla bilemiyoruz zira AKP ve mevcut ortakları, konunun siyasal ayağının araştırılmasına dönük verilen her önergeye ret oyu vermektedir. Bu konu başlı başına bir tartışma konusudur. O sebeple bu konu üzerine şimdilik daha fazla konuşmayacağım.
Demek ki; AKP, iktidardaki varlığını sürdürmek adına ya istikrarlı bir ekonomiye ya da güçlü sosyolojik olguları kullanarak insanları etkileyen yapılarla sürdürülen ittifaklara mecburdur. 2018 yılından beri İstikrarlı kötü bir ekonomi yönetimine sahipler. Bu sebeple diğer alternatife daha fazla sarılmak zorundalar diye düşünmekteyim. Gerçekten de tarikat ve cemaatlerin hiç olmadığı kadar gündelik yaşama sirayet ettikleri bir dönemden geçiyoruz. Özellikle genç kuşak, bu durumdan hiç hoşnut değil ve bu hoşnutsuzluğu oy tercihlerinde de açıkça belirtiyorlar. Bu da karşı tarafın daha saldırgan bir tutum içerisinde olmasına sebebiyet verebilmektedir. Özellikle Atatürk’e karşı çok çirkin ifade ve eylemlerin sayısında inanılmaz artışlar var. Öyle ki bahsi geçen bu eylemleri yapan kişiler, bunu canlı yayınlarda bile korkusuzca ekrana yansıtabilmektedir. Peki, bu hadsizliği ve cesareti nereden almaktadırlar? Öyle sanıyorum ki bu sorunun cevabını çok iyi biliyoruz…
Gelinen noktada açıkça görülmektedir ki; AKP kendisini iktidarda tutabilecek bütün olağan yolları yitirmiş görünmektedir. Anketlerde her geçen gün oy oranları daha aşağılara düşmektedir. Açıkçası önümüzdeki süreç içerisinde bu kötü gidişatın düzeleceğini düşünmüyorum. Hatta seçimi almak adına bir planları olduğunu da düşünmüyorum. Zira inanılmaz kötü bir ekonomi yönetimi gün yüzüne çıkmış durumda. Bürokraside liyakatsiz atamaların sonucu olarak aksayan hizmetler, vatandaşın hayatını cehenneme çevirmekte. Öyle ki kış mevsiminde bir şehir günlerce elektrikten mahrum kalabilmekte ve bir vatandaşımız soğuktan donarak ölebilmektedir. Bu şekilde verilecek sayısız örnek var maalesef. Ancak tüm bu kötü yönetimden dersler çıkarıp vatandaşlara karşı mahcubiyet duymalarını beklerken birde bazı yöneticilerin hadsiz çıkışlarıyla karşı karşıya kalabilmekteyiz. Tüm bu olanlar neticesinde ülkemizin prestiji, ulusal ve uluslararası kuruluşlar tarafından yayınlanan istatistiki veriler ışığında her gün daha aşağı seviyelere inmektedir.
Açıkça görülmektedir ki; AKP artık yolun sonuna gelmiştir. Kuşkusuz onunla birlikte yanında yer alan tarikat ve cemaatler de… Bu sebeple önümüzdeki süreçte Samsun’dakine benzer çirkin saldırılarla karşı karşıya kalabiliriz. Zira bu yapılar, rant düzenlerinin bozulmasına ek olarak Cumhuriyetin Laik yapısına karşı da açıkça bir düşmanlık içerisindedirler. Fakat bu çirkin güruhun yapmış olduğu bu saldırıdan daha önemlisi; toplumun bu çirkin eylem karşısında tek-vücut olabilme refleksini hızlıca gösterebilmesidir. Gerek üniversite gerekse de hali hazırdaki aktif siyasal yaşantımda üzerine çokça düşündüğüm bir konu vardır. Türkiye Cumhuriyeti’ne ve onun değerlerine karşı olan yapılara karşı mücadele edecek olan bizleri bir arada tutacak fikir-olgu-ülkü nedir? diye. Sanırım bu birleştirici fikir Samsun’da yeniden doğdu. Bu konu üzerine belki ayrı bir yazı yazabilirim. Bu yazımı ise bu hayati birlikteliği sağlayacak belki de tek isimle bitiriyorum:
“Mustafa Kemal ATATÜRK!”