Bu nasıl başlık diye sorarsanız şayet; kabaca bizim düşünce sistemimizin kökeni diyebilirim. Bir kısaltmadır ve açılımı : “ Normal Şartlar Altında” şeklindedir. İktisattaki karşılığı ise “ Ceteris Paribus” dur- Diğer tüm değişkenlerin sabit olduğu durum-.
Şimdi gelin bunları size neden anlatıyorum? sorusu üzerine konuşalım. Yukarıda değindiğim üzere eğitim sistemimizin kökeninde bu hazırcı anlayış var ne yazık ki. Bilim, sorgulama üzerine inşa edilen bir husustur. Düşünce deneylerinden bağımsız bir bilim anlayışı; zihinlere sağlam temeller atamaz. Hal böyle iken gerek formel bilimlerde gerekse de sosyal bilimlerde, öğrenim gördüğü konuları özümseyememiş bir zümre ile karşı karşıya kalmaktayız. Bu kesime “Eğitimli Cahiller” dememizin hiçbir mahsuru yok zannımca. Cevap bulmak, hazırcı bir bakış açısıdır ve insanı geliştirmez. Bize olası bir cevap için arayış- düşünmek- gereklidir. Zira hayatta normal şartlar diye genelleyeceğimiz bir durum söz konusu olamaz. Yaşam, interaktiftir ve kalıplarla da anlamlandırılamaz. Değişen şartlar altında en uygun davranışları sergilemek için zinde bir beyin gerekmektedir. Düşünmenin önemi ile alakalı söylemek istediklerimi R. Descartes’ın şu önemli sözüyle tamamlayıp; anlatmak istediğim hususa dönmek istiyorum.
“ Düşünüyorum; öyleyse varım. (Cogito, Ergo Sum!) ”
Yaşadığımız bunca olumsuz etmene rağmen halen daha toplumdaki bir kesime içinde bulunduğumuz Ekonomik Buhranı anlatmak gibi saçma bir hal içerisindeyiz. Hatta bu inanmama haline zaman zaman muhalif görüşlere sahip insanların da kapılması, olayın en ironik kısmı olsa gerek. Temel argümanları ise:
- “Kriz varsa nasıl bu AVM’ler doluyor?”
- “Bütün bu tüketimin sebebi nedir?”
- “Neden kafeler vb. yerlerde oturacak yer bulamıyoruz?”
Minvalinde kendini gösteriyor. Ancak ne yazık ki bu düşüncelerin hepsinin içerisi -bilimsel olarak- boştur. Zira içinde bulunduğumuz hiper-enflasyon, ellerinde TL cinsi nakit bulunduran insanları harcama yapmaya yöneltmektedir. Bugün satın alınan hizmet yada malın yarın aynı fiyata satın alınamayacağı gerçeği, insanlar arasındaki hakim düşüncedir ve onları harcama yapmaya yöneltir. Yine gelir dağılımı konusunda yaşanan sıkıntılar neticesinde yok olma eşiğine gelen “Orta Sınıf”, yoksul ve zenginlerin sayılarında artış meydana getirmektedir. Yani bu süreç içerisinde alt gelir grubu kadar olmasa da üst gelir grubunda da bir artış söz konusudur. Bu da özellikle halka açık tüketim yerlerindeki yığılmanın başat faktörlerinden birisidir. Ayrıca Türkiye’deki insanların bilinçli bir tüketici sınıf olmadığı gerçeği de dikkate alınması gereken bir başka husustur. Bunu bardağın hangi tarafına baktığımız sorunsalı olarak ifade edebiliriz. Türkiye’nin böyle bir resmi vardır. Ancak altında yatan nedenleri sizinle elimden geldiğince paylaşmış bulunmaktayım. Öteki tarafta; ucuz mal kuyruklarında metrelerce uzanan insan kuyrukları, devletten yardım aldığı ilgili makamlarca açıklanan ve bununla da ne yazık ki övünülen 16 milyon civarı insan, içinde olduğu çaresizlikten bir çıkış yolu bulamadığı için intihar eden insanların sayısındaki artış vb. birçok acı tablo. Ülkemizin bir başka acı gerçeği ne yazık ki…
Devletin resmi kurumu olan TÜİK’in verileri baz alındığında ülkemiz, daha öncede ifade ettiğim üzere Dünya Sefalet Endeksi’nin zirvesinde yer almaktadır( Enflasyon ve İşsizlik verilerinin toplamıyla hesaplanır). 30 Eylül 2022 tarihinde açıklanan Merkez Bankası net rezervi ise ; Swaplar hariç yaklaşık eksi 59,2 milyar dolardır. Yani derin bir kriz içerisinde yer aldığımızı size bizatihi bu hükümet söylemektedir. Bunu reddetmek ise oldukça beyhude bir çabadır.
Yukarıda saydığım gelişmeler, başka bir ülkede meydana gelseydi; sorumlu kişiler koltuklarından istifa etmek zorunda kalırdı. Liz Truss, bunun en canlı örneği olsa gerek. Ancak yazımın başında da dediğim üzere hayatta normal şartlar diye bir durum olmuyor. Biz yaşadığımız hayatın denekleriyiz ve karşılaştığımız sorunlara hemen cevap vermektense biraz durup düşünmemiz daha sağlıklı olacaktır. Şimdinin ve geleceğin kurtuluşu adına… Öyleyse gelin bu düşünme haline çok basit bir soru ile başlayalım:
“ Bizleri içerisinde bulunduğumuz bu hale kim getirdi?”