‘’ Başkalarına koşulsuz şartsız sorgulamadan biat etmek, benliğin yozlaşarak çürüyüp kokuşması ve yok olmasıdır.’ Mustafa TÜRKER
"Eğer bir toplumda, devrim ve toplumsal değişim için koşullar olgunlaşmışsa, ama bu toplumsal değişimi gerçekleştirecek bir güç yoksa, o toplum için için çürümeye başlar." ( Vladimir İlyic Lenin )
Bütünsel açıdan siyasal ve sosyolojik kuramsal kavramlar; karmaşık ve kompleks niteliklere sahip öznel yapıları içerirler. Söz konusu yapısal oluşumlar çok bilinmeyenli denklemlerin sonu önceden kestirilmesi mümkün olmayan, değişken dokusal mobilitesine sahiptirler. Teknolojik gelişmelerin yarattığı ileri seviyedeki gelişkin bilişim araçları, siyasal döngünün devrimsel nitelikte deviniminin kabuk değiştirmesine yol açmıştır. Bu bağlamda kitle iletişim araçları, toplumsal dinamikler içerisinde kitlesel özelliğini yaygın olarak korumakla birlikte, coğrafyanın en ücra köşesindeki tek bir bireye kolayca ulaşma olanağını doğurmuştur. Kaldı ki bu durum bireysel sosyolojinin atomizasyona indirgenmesine yol açmıştır.
İletişim ve bilişime endeksli siyasal devrim yaşanmaktadır. İçeriğinin bilimselliği sorgulanabilir! Kapsam itibariyle değişken nitelikli olması doğru ye da yanlış olduğu anlamına gelmez. Kişinin ben merkezcil çıkar içgüdüsüyle davranışlarına yön verdiği, siyasal bir devrim yaşanmaktadır günümüz dünyasında ve toplumlarında. Bir tek bireyin kendi içsel dünyasında sınıfsal sorunlarına kayıtsız ve bu söz konusu sınıfsal sorunlarının nesnel dünyasından tamamen kopuk ve bağımsız bir şekilde nereye ve niçin bağlılık duyduğunu sorgulamaksızın, algıların teorik düzlemde teknik olarak yönetilmesi neticesinde, kişi kendi gerçekliğine yabancılaşmıştır. Teknolojik kitle iletişim ve bilişim araçlarının yoğun ajitatif propaganda bombardımanı neticede genel kitle öznelinde füzyon etkisi yaratmıştır. Bu bağlamda gelişkin olumsuz ve negatif iletişimsel etki – tepki düzleminde, bireysel anlamda kendince başkalaşıma uğramış ve birden fazla karakteristik özelliği bir tek kişinin kendi bünyesinde kemikleşmiş olarak barındırdığını gözlemliyoruz. Dışa vurumsal yansımasında her anlamda gelişkin amorf aidiyet duygusunun varlığına tanıklık ediyoruz.
Antikomünizm kara propagandası ile öncelikle etnisite temelli bölücü mikro milliyetçilik ve siyasal islam’ın müslüman kardeşler, ihvancı dinci politikaları yaşanan bu siyasal devrimin bir neticesidir. Kelime olarak etimolojik açıdan devrim kelimesinin özüne aykırılık teşkil eden siyasal bir distopyadır. Gerici bir ideolojik formasyon üzerinden kurgulanan siyasal devrim teorisi egemen kılınarak, kitle olmayı başaramamış geniş yığınsal güruhlara dikte edilmektedir. Klasik özgürlük teorisini tüketim toplumunun harcama eğilimi ile pekiştiren, burjuva kapitalist devlet erkini gasp eden hükmedenler, emperyalist çıkarlarına uygun politikalarını çok rahat uygulama fırsatını ele geçirdiler.
Toplumlar; demokratik özgürlükler vaadi kıskacında, iktisadi açıdan gerek kamu maliyesi, gerekse özel sektör finans kapitali tarafından devlet mekanizmasının hâkimiyetini ele geçiren hükümetler tarafından kapana sıkıştırılarak, kırılması nerdeyse imkânsız kalın zincirlere vuruldular. Emperyalizm ve emrindeki hükmedenlerin tercihlerini oluşturan karar alma süreçlerinde; ‘’ Timsah Kapitalizmi ‘’ ile ‘’ Vahşi Kapitalizm ve Kanlı Taylorizm ’’ in modern zamanlarda evirildiği neoliberal iktisadın, vahşi ve de acımasız sömürgecilik anlayışı, geçerli bir yöntem haline gelmiştir.
İrrasyonel tercihlerin rasyonel sonuçları olmaz. Bilimsel geçerliliği olmayan akıl ve mantık dışı uygulamaların negatif korelasyonlu sonuçlarını da bu bağlamda değerlendirebiliriz. Bilişsel tercihlerin neticesinde hep aynı doğrultuda amaca hizmet eden davranışsal tercihlerin öznesini sermaye transferlerine olanak sağlayan yapısal uygulamalar, kırılgan sömürü mekanizmasının çarklarını oluşturur.
Kapitalist piyasa ekonomisi burjuva devlet ilişkisinde dönen çarklar, emek sermaye çelişkisinde finans lehine emek aleyhine onarılması imkânsız dezavantajlar doğurmuş ve sınıfsal gelir dağılımı eşitsizliği yaygınlaşarak derinleşmiştir. Yaygın ve yoğun sefalet ekonomisi, otokratik dini faşizan rejimlerin hükümetleri tarafında, devlet eliyle temel insani ihtiyaçların karşılanmasına yönelik harcamalar üzerinden, diktatoryal ekonomik model haline dönüştürülmüştür. Çarpık neoliberal monetarist politikalar, halkların yoksullaştırılmasına odaklı politik uygulamalarla, toplumları orta gelir tuzağı kapanına çekerek, sefalet içerisinde yaşamaya mecbur bırakmıştır. Bu bağlamda son tahlilde günümüzde geçerli olan iktisadi politik uygulamalar gelir dağılımında adaletsizliği önceleyerek, toplumları oluşturan geniş halk kitlelerini derin ve yaygın sömürü ekonomisiyle sefalet ve yoksullukla açlığa endekslemiştir.
Ulusların tarihsel dönüşüm sosyolojisi; bireysel ve kolektif özgürlüklerin, kanunsuz emir ve yasalarla gasp edilerek her açıdan kapana sıkıştırıldığı, distopik siyasal evrim ve bu distopik evrimi gerçekleştiren cehaletin vasat aktörlerine terk edilmiş durumdadır. Ulusal düzeyde yığınsal formasyonlar rahat bir nefes alamaz haldelerdir. Olgusal gerçeklikten uzak algısal faktörlerin monolitik tuzağında bataklığa sürüklenmiş bir toplumda, yozlaşmış üretim ilişkileri, verimsiz iktisadi yapılar ve acımasız kaynak israfları vb birçok türevsel etmenlerin bileşenlerini yöneten uluslararası sermayenin siyasal distopik evrime yön vermesi, geri kalmışlığın ve hakikatin ta kendisidir.
Dünyaya egemen olan mevcut finans kapitalin gücünü açık ve gizli bir şekilde elinde bulunduranlar, dünya egemenliğinin iplerini asla bırakmak niyetinde değillerdir. Tüketim çılgınlığını marka vb verimsiz ultra lüks harcamalarla tetikleyerek; tek düze kalıplaşmış kişiliksiz amorf toplumlar yaratılmıştır. Bu bağlamda benzeri güç odaklarınca toplumlar tek düze kapitalist sömürü sisteminin tüketim tercihlerine koşullandırılmış olup, toplumsal kitlesel yığınlar ve yığınsal bileşenler karakteristik davranışsal özellikleri ve zaafları üzerinden yönetilmektedir. Emperyal güç odaklarının nihai hedefleri statükonun korunarak hali hazırda geçerli olan yerleşik dünya düzenindeki egemenliklerini sonsuza dek sürdürebilmektir.
Uluslararası sermaye global egemenliğini yerel işbirlikçi siyasal aktörlerin devlet erkini ele geçirmesi ile çok daha rahat bir şekilde sürdürebilmektedir. Mikro düzeyde milliyetçilik ve inanç sistemlerine dayalı dini normları, mikro ölçekte ayrıştırılmış dinsel motifler de bunun tamamlayıcı unsurlarıdır. Uluslararası sermaye bunun için siyasal özerklik kalıplarının ketum çemberleri içinde sıkıştırılmış olan ve kendi mikro milliyetçiliği ile dini kalıplarının dışında kalanlara; siyasal - demokratik, yasal - hukuksal, sosyo - kültürel ve ekonomik özgürlüklerde özerklik konusunda son derece anlayışsız ve de ketum olan lokal işbirlikçi kitleleri amaçsal doğrultuda iktidara taşımıştır. Bu bağlamda yerel hükümetlerde sermaye çemberi, siyaset çemberi, mikro milliyetçilik çemberi ve mikro dini kalıplar çemberlerini iç içe geçirmişlerdir. Mezhepsel ayırışımlar kökenli cemaat – tarikat, uluslararası sermaye ve siyaset üçgeni sacayağını oluşturmaktadır.
Bilinçli bir şekilde geliştirilen diyalekt de bu doğrultuda algıların yönetilmesi için kullanılmaktadır. Farklılıkların zenginliği ve birleştiriciliği bile isteyerek amacının dışında saptırılarak kötü niyetli amaçlarına uygun bir şekilde kullanılmaktadır. Bilinçli olarak yanlış kullanılması neticesinde, dezavantajlı alt kültürel formasyonlar atomize edilmek suretiyle topyekûn ayrıştırmaya tabi tutulmuştur. Egemen güçlerin ve oligarkların hegemonyal varlıklarını sürdürebilmesi bakımından, toplumsal iç barışın ulusal ve uluslararası düzeyde ortadan kaldırılıp, güvenlikçi terör ve ulusal beka tezini kaos ile körükleyerek, iç kargaşalar ve beraberinde bölgesel çatışmalar yaratılması hep bir şekilde bu amaca hizmet eden, önceden tasarlanıp kurgulanmış stratejik politikalardır
Tasarruf eğilimiyle sermaye birikimi oluşturulamayan devlet ve toplumlarda; sermaye, kaynak ve gelir yetersizliğine rağmen paralel yapılarda oluşturulmuş tek düze tüketim kültürü harcamaları esas itibarıyla özünde orta gelir tuzağına çekmenin ana stratejisini oluşturmaktadır. Üretmeden tüketen ve harcayan toplumsal ve siyasal formasyonlar orta gelir tuzağına düşürülmüş ülkelerin temel yapısal problemi olup, söz konusu ülkeler ve uluslar; demokrasi kandırmacası adı altında diktatörlere teslim edilmektedirler. Halklar yetersiz kazançlarla, gelişkin kapitalist burjuva toplumu tüketim kültürü eğilimlerine kodlanmaktadır. Toplumsal ve siyasal çöküntü bunun neticesinde kaçınılmazdır.
Tasarruf eğilimi yetersiz olduğundan ve/veya tasarrufların reel sektörün katma değeri yüksek alanları yerine spekülatif kazançlara yöneltilmesi neticesinde, rantabl olmayan ekonomik sistem, kendi kendini döndürebilecek finansal yeterliliğe sahip olmanın çok uzağındadır. Dolayısıyla iktisadi açıdan derinleşmiş yapısal krizlerin pençesinden toplumlar ve devletler kurtulamamaktadır.
Son tahlilde devlet erkini ele geçirenler tarafından, çeşitli yöntemlerle kamu kaynaklarından sermaye aktarımı, sermaye transferi yapılarak; perde arkasında iktidar mensuplarının bizzat kendisinin ve aile yakınlarının gizli sermaye ortağı olduğu, kendi yandaş sermaye sınıfı yaratılmıştır. Yandaş özel sektör sermaye sınıfına sermaye birikimi oluşturulabilmesi için kamunun maliye ve para politikaları aracı olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda hazinenin ve maliyenin; yani devletin kasasının içi, siyasal iktidar tarafından kendince kurgulanmış, bilimsel gerçekliği olmayan para ve maliye politikalarıyla boşaltılmıştır. Sermaye transferleri hâlihazırda makro ve mikro ölçekli kapitalist işletmelere finansal kredi ve fonlama enstrümanlarını kullanılarak aleni bir şekilde devam etmektedir. İzlenen irrasyonel politikalarla kendilerine sermaye transferi yapmak suretiyle, kaynak aktarımı yoluyla devletin içi resmen boşaltılmaktadır. Uzun vadede piyasaların ve ekonominin çarklarının döndürülebilmesi imkansızlaşarak moratoryuma doğru sürükleniyoruz. Devlet iflas tehlikesiyle karşı karşıyadır. İrrasyonel politikalar rasyonel sonuçlar doğurmaz.
.
‘’ * Aklın bulanıklığı üzerine, gözle bir mukayese yapılırsa; öncelikle ifade edilmeli ki, gören ruhtur göz değil. Tamamen maddi yapıdan oluşan gözün görme olayının gerçekleştirmesi mümkün gözükmüyor. Görme eylemi, içinde bilinci barındıran bir eylemdir. Gözün bilinçle alakası yoktur. Hayvanında gözü var, ama insanın gördüğü gibi göremiyor…’’ *Alıntıdır‘’
Ahmaklar için uygarlık, görkemli binalardan ibarettir…’’ #MarcusPorcius – Romalı Siyasetçi