Bu yazının esin kaynağı Kaan Sezyum’dur. Öncellikle ona teşekkür etmek ve sizlerle de tanıştırmak isterim.
Bir köşe yazısında bazı sorular sormuştu Kaan Sezyum. Sorular öyle sorulardı ki ben birkaç gün etkisinden çıkamamıştım. Oturup soruları tekrar tekrar düşünüp durmuştum. Sorular basit, gündelik gibi gözüken ama sonrasında oturup üzerine düşünüldüğünde insanı dumur eden cinstendi. Şimdi o sorulardan aklımda kalan ve benim de eklediğim birkaç soruyu sizlerle paylaşıyorum.
Hayatınızı kaça satıyorsunuz? Asgari ücretli bir çalışan mı, büyük bir firmada müdür mü yoksa bir ev hanımı mısınız? ( Ev hanımlığı günümüzde meslekten pek sayılmıyor ama çok kıymetli ve dünyanın en zor işlerinden. Bence ev hanımlarına maaş bağlanmalı. Bu başka bir konu ama gene de dipnot olarak eklemek istedim. ) Çalıştığınız işi severek mi yapıyorsunuz? ( Gerçi sevdiği işi yapabilen insan güruhlarındansanız çok şanslınız demektir, çünkü şu zamanda bence milyon dolar eden evinizin olmasından daha kıymetli bir şey.) Peki sosyal hayatınız nasıl? Ne kadar kitap okuyorsunuz? Müzikal izliyor musunuz? Camlarınız gazete kağıdı ile silinse yeter mi mesela, sizi mutlu edecek tek şey bu mu yoksa?
Eviniz yok mu yoksa daha ev alamadınız mı?
Instagram’ da gezinip ‘’Yaşıyorlar bu hayatı.’’ mı diyorsunuz?
Peki ilişkiler ne alemde? İlişkileriniz sağlıklı mı?
Evli misiniz? Evli iseniz evlilik nasıl gidiyor ya da zorla mı gidiyor? Hala eşinizi gördüğünüzde kalbiniz yerinden çıkacakmış gibi atıyor mu yoksa alışkanlık mı oldu?
Yılda kaç gün tatile çıkıyorsunuz? Cep telefonunuzu ne sıklıkla kapatıyorsunuz? (Kişisel gelişimciler buna yeni ad verdi: dijital ürün detoksu)
Ayaklarınızı en son ne zaman buz gibi bir ırmağa soktunuz ve derinliklerinizde o soğuğu hissetiniz?
Evde çorapla yürürken yere damlamış suya bastınız mı? Çamaşırlarınızı kim yıkıyor? Evi kim temizliyor? Yardımcınız var mı? Peki ya hayatta ki amacınız?
3 yıl sonrasında kendinizi nerede görüyorsunuz? Görebiliyor musunuz? Şu sıralar yeni bir şeyler dinliyor musunuz? Ne tür müziklerden hoşlanırsınız?
Keşke hayatım böyle geçirebilseydim dediğiniz bir hayat var mı? Eğer varsa bunun için ne yaptınız? O hayat şu andaki deneyimlerinizle ne kadar benzer?
Yaşadığınız sokaktan memnun musunuz? Komşularınızla aranız nasıl?
Balkonunuz var mı? Hiç çiçek ektiniz mi?
Çocuğunuz var mı? Günde kaç saat çocuğunuza vakit ayırıyorsunuz? Onu seviyor musunuz yoksa kendi bildiğiniz doğruları ona mı yansıtıyorsunuz? Bunu yaparken de bu senin iyiliğin için sözüne mi dayanıyorsunuz? Yoksa siz çocuğunu şımarmasın diye gece seven ebeveyn misiniz? Çocuğunuza bakıcı mı bakıyor? Çocuğunuz bakıcısına anne mi diyor? Diyorsa neden ‘’ anne’’ diyor?
Sevmek sevilmekten korkuyor musunuz? Sevilmeyi kendinize layık görüyor musunuz? Hiç birini incittiniz mi?
Küresel ısınmadan nasibini alan doğa ile aranız nasıl? Yerdeki çöpleri toplayan çevreci biri misiniz? Yoksa aman bir tek ben mi çevreyi kirletiyorum bir tek benim temizlememle mi dünya değişecek diyen birisi misiniz?
Yaşamak ve hayatta kalmak için ne yapıyorsunuz? Hırslı mısınız? Hiç hırsınıza yenik düşüp işyerinden birinin ayağını kaydırdınız mı? Hiç birine ırkından, dininden, ten renginden, düşüncesinden dolayı kızdınız mı?
Bu sorular bitmez tükenmez bir okyanus misali…
Sizde kendi sorularınızı kendinize sorun, soru sormak özgürleştirir. Bir geminin kaptanı misali karayı görmenizi sağlar.
Hepsi sizsiniz, hepsi sizlerin hayal ettiği ve arzuladığı şeyler. Önemli olan bunlara ulaşmak ve bunun için bir adım atmak. Sorular ulaşmak istediğimiz hayallerimize bir meşale yakmak için kibrit görevi gören bir araç.
Umutsuzluğa alışmamak ve yaşarken kendimizin farkına varmak dileğiyle...