Geçtiğim hafta yazamadım. Ülkenin gündemi öylesine kaotikti ki; hangi konuyu seçsem diye düşünürken hiçbirinde karar kıldım bende. Ancak yazmamakta elde değil. Bir kasidesinde şairin dediği gibi; “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.”
İnsan düşünce çıkmazına girince hareket ona iyi gelirmiş. Ben de geçtiğimiz Cumartesi’den planımı yaptım. Şehrimizin takımının maçına gidip ona destek olacak hem de stres atacaktım. Ancak Büyükşehir Belediye Başkanı’nın primlerle ilgili açıklaması fena halde canımı sıktı. 3 kuruşa 5 köfte olmuyor ama 3 maç üst üste galibiyete 5 milyon prim oluyor. Oluyor da parasını kim veriyor?
Senelerce sporun bizatihi içerisinde yer alan birisi oldum lakin futbolu öyle çok sevmem. Ancak spor ahlakı ve disiplininde, bu hazırcı prim sisteminin iş yapmayacağını çok iyi biliyorum. Ülkenin her alanına sirayet eden bu hazırcı ve tüketime dönük bakış açısı, spora da sirayet etmiş durumda. Fakat hali hazırda milyonlar kazanan sporcuların başarısızlıklarını tolere etmek adına garip-gureba da dâhil hepimize ait bir bütçenin seferber edilmesini kabul edemem. Bu sebeple gitmedim maça, zira keyfim fena halde kaçmıştı. Sonucun ise berabere bitmesine üzüldüm. Umarım Kocaelispor ligde kalır ve bundan sonrasında da kulübün geleceğini spora uzak olan kişiler tayin etmez.
Ulusal gündemimiz de bir o kadar saçmaydı desem yanlış olmaz. Okuduğum bir yazıda, insanın konuşmayı keşfetmesi, beyin aktivitelerinde ciddi daralmaya sebebiyet vermiş gibisinden bir ibare vardı. Yani konuşmak bizi daha aptallaştırmış ancak daha örgütlü hale getirerek evrimsel süreçte öne çıkarmıştı. Geçtiğimiz hafta, bu teze olan inancım arttı. Zira gündemdeki konuları konuşma hali bile kendimi daha aptal hissettirdi. Peki bu arada gerçekte ne oldu derseniz. Zamlardan sebep tadı pek şeker tadı vermeyen bir bayram geçirdik. Buna ek olarak ise;
• Cumhuriyet Tarihi’nde ilk kez İç borç faizi ana parayı geçti,
• Enflasyon, TÜİK rakamlarında bile %70’e dayandı,
• Gıda, enerji vb. hayatın tüm alanlarındaki zamlar, vatandaşın belini büktü,
Peki, bu kadar önemli gelişmeler varken biz neleri konuştuk? Ümit Özdağ ve Süleyman Soylu arasında geçen absürd diyalogları, bir büyükşehir belediye başkanının başka illeri kapsayan gezisinde; basın kafilesinde yer alan kişileri ve bununla alakalı ortaya çıkan polemikleri vb. birçok daha saçma sapan konuları…
Kıymetli büyüklerim, değerli kardeşlerim; Geç kalıyoruz!
Türkiye, %56’lık bir oran ile AB ülkeleri arasında obeziteden en çok müzdarip olan ülke. Karbonhidrat ağırlıklı beslenmenin yan etkileri... Eti bu devirde bulmak bir hayli lüks ve zor. Gerçi hayvanı bütün alıp kesersek baya artıda oluyormuşuz! Yine yapılan yoksulluk araştırmalarına göre, birçok çocuk sağlıklı ve dengeli beslenemiyor. Buda onların yeterli bilişsel yeterliliğe sahip olamamasına sebebiyet veriyor. Yeni nesil gümbür gümbür gelir mi bilmem ama bir kuşak göz göre göre gidiyor! Ve biz ise saçma sapan konuları muhatap alabiliyoruz!
Yine tüm dünyada olduğu gibi artan milliyetçi-sağ dalganın ülkemizde de ciddi destek görebilme ihtimali gün yüzüne çıkmış durumda. Mülteciler, bu ülkenin en büyük beka sorunlarından birisidir ve kişisel olarak da geriye gönderilmeleri gerektiği kanısındayım. Ancak bunu popülist ve ırkçılıkla içli-dışlı olan bir milliyetçi tavırla yapamayız. Zira akıllı komutan, düşmanına kaçabileceği bir koridor verir. Aksi halde düşmanı; kendisiyle ölümüne değin savaşır. Bu da büyük zayiat demektir. Bizler daha fazla zayiat istemiyoruz. Bu sebeple şovenist söylemlere değil rasyonalist söylemlere değer vermeliyiz. “Sınır Namustur şiarıyla sınırlarımızı yol geçen hanı statüsünden kurtaracak, daha sonra ise ülkemizde mevcutta var olan göçmenleri, gerekli uluslararası dengeleri de gözeterek ülkelerine göndereceğiz” gibi... Bu süreçte CHP, sadece halkımızın değil; ülkemizdeki sığınmacıların da kurtuluşu olacaktır. Bu uğurda pusulamız da bellidir:
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh.”