Geçenlerde bir belgesel izledim 2009 yılında Michael Moore ve Anne Moore tarafından yapılan yönetmeliğini de gene Michael More üstlendiği belgesel, Michael Moore’un “Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi” isimli belgesel filmi, “krizden tablolar” olarak başlıyor; hızla kapitalizmin eleştirisine dönüşüyor.
Moore bu filminde diğer filmlerinden aşina olduğumuz muhalif tutumunu sürdürerek ABD’de 2008 yılında yaşanan Mortgage krizi özelinde Kapitalist ekonomik sistemi yaşanan mağduriyetler üzerinden, yer yer de gülümseterek eleştiriye tabi tutuyor.
Kapitalizm’e bakış açımıza bağlı olarak filmi sadece Amerikan siyasi, ekonomik sisteminin (özellikle bankacılık sektörünün) bir eleştirisi olarak değerlendirebileceğimiz gibi, daha geniş bir açıdan ele alıp mevcut dünya sisteminin hakim ideolojisi olduğu gerçeğini, sadece ekonomik yapıyı belirleyen bir ideoloji değil aynı zamanda siyasi, sosyal, kültürel alanları da etkileyen bir ideoloji olduğunu hesaba katan izleyiciler için film dünya sistemine yöneltilen bir eleştiri anlamına gelebilir. Bu noktada, filmin muhalif yapısına vurgu yaparken, bu ideolojiyi dört başı mamur bir şekilde sistemin öğretilerinin felsefi anlamda ele alınarak yapılmış olan bir eleştiriyi kastetmiyoruz.
Ancak burada kastedilen, bu sistemin işleyişi, temel ilkeleri,dünya toplumlarına her alanda etkileri ve edindiği misyon anlamında az ya da çok bilgiye sahip her izleyicinin, filmde yönetmenin ustaca işlediği, özellikle 2008 ekonomik kriziyle bağlantılı olarak Amerikan toplumunun yaşadığı mağduriyetleri bizzat onların ağzından dillendirdiği sahnelerde, izleyicinin zihninde doğal olarak meydana gelen ‘’sistemsel’’ sorgulamalardır.
Filmde sahip oldukları çiftlikleri banka tarafından haczedilen bir ailenin yaşadığı dramdan, çalışanını gizlice sigorta yaptırarak ölümünden kar eden bir bankaya, 2009 yılında Amerika’da yaşanan feci bir uçak kazasından sonra medyanın ölen pilot ve pilot yardımcısının kariyerlerine odaklanarak asıl gerçeği örttüğünden ve neden” bir büfe veya restoran sahibinden daha az maaş almasına göz yuman” bir ekonomik düzene sahip olduğumuz konusunun medyada yer almadığı eleştirilerek çarpıcı bir şekilde izleyiciye sunuluyor.
Pensilvanya Çocuk Bakım Şirketi’nde sudan sebeplerle mahkum edilen çocukların maruz kaldığı haksız uygulamalar onların ağzından dile getiriliyor ve belki de bu şirketten bahsedilen sahneler için film boyunca yönetmenin ifade etmek istediği Kapitalizm’in kar odaklı anlayışının en güzel örneklerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.
Moore, bu sahneler üzerinden Kapitalist ‘’kar maksimizasyonu’’ mantığıyla hareket eden ve ‘’mutlu azınlık’’ diye tarif edebileceğimiz az sayıdaki insanın dışında kalan ve Marksist terminolojiyle ifade edecek olursak ‘’proleterya’’ ya da işçi sınıfı diye adlandırabileceğimiz sınıfın ve orta sınıf bireylerin yaşadığı dramı,maruz kaldığı haksızlıkları gözler önüne seriyor.
Ayrıca krizle beraber adım adım çöküşe giden Amerikan bankacılık sektöründen, devletin krizi çözmek için yaptığı müdahalelerde, Wall Street’in kriz sebebiyle yaşadığı çırpınışlarından, bankaların ve şirketlerin haksızlıklarından bahsedilmektedir ve sistem ahlaki açıdan sorgulanmaktadır. Bu yanı yer yer güldürerek aynı zamanda sistemi sorgulatması açısından ufuk açıcı bir eser olmuş ve bu anlamda Kapitalizm’in tarihi için bizce “bir aşk hikayesi denilebileceğini göstermiş... Peki bu kime duyulan bir aşk derseniz; rasyonaliteye, serbest piyasaya, hür teşebbüse ve en önemlisi kar maksimizasyonuna duyulan tutkulu aşk.