Kadim zamanlardan beri insan ilişkileri, birbirine zıt iki kavramı baz alarak anlamlanıyor: “Çatışma(Savaş)” ve “Sükunet(Barış)” Eğer sükunet bozulursa çatışma devreye girecek ve sonra yine sükunet sağlanacak ve sonra yine…
Doğrusunu isterseniz bu bakış açısına pek saygı duymuyorum. Zira bu tanımlama, savaşa soylu bir anlam ifade etmek için oldukça işlevsel. Öyle ki; savaş, -bu halden beslenen kişiler tarafından- üzerine şiirler yazılacak kadar yüceltebilecek bir kavram olmuş. Oysa insanlığın en aşağı eylemlerinden birisi…
Günümüze değin savaş olgusunu meşrulaştıracak birçok görüş-kavram ortaya atıldı. Bunları saymak, çokluğundan mütevellit gereksiz ve anlatmak istediklerime karşı bazı algıların kapanmaması adına da kaçınmam gereken bir durum. Zira bu kavramlar, toplum nezdinde tartışmaya kapalı dogmalar. Ancak “savaşın yaratılmış haklı nedenleri”, önemli bir konu. Tarihte, toplumları mobilize etme yeteneğine sahip olan insanlar, bu nedenleri yaratmak bağlamında oldukça yetenekli olmuşlardır hep. Meşru savaşlar, bu nedenlerden bağımsız düşünülemez. Elbette savaşın karşı tarafından da… Düşmandan!
Zor günler geçiriyoruz. Pandemi gibi tüm dünyayı etkileyen bir hale ek olarak, ülkeyi yönetenlerin bilimsellikten uzak keyfi yanlış kararları, bizleri derin bir ekonomik krizin içerisine itmiş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu hali: “Ekonomik Kurtuluş Savaşı” olarak değerlendiriyor. İktisat biliminin temel kavramlarına zıt düşecek şekilde alınan ve programlı bir halden oldukça uzak bir görünüm arz eden bu yeni ekonomik bakış açısı, görünen o ki; bir savaş halini gün yüzüne çıkarmış durumda. Peki kime karşı savaşıyoruz?
Bu soruya “Dış Mihraklar”, hatta biraz mübalağa diliyle “yedi düvele karşı” gibi cevaplar vermek, kendi adıma tatmin edici olmadığı gibi birazda gülüncüme gidiyor. Aklıma şöyle bir diyalog geliyor:
- “Kime Karşı Savaşıyorsun?”
- “Düşmana Karşı!”
İçinde bulunduğumuz bilgi çağında, kendisine karşı topyekün bir savaş hali içinde olduğumuz düşmanımızı net bir şekilde tanımlayamamak, ilginç ve hiç şüphesiz üzücü bir durum. Bu savaşa meşruiyet kazandıracak argümanlar konusunda ise oldukça bonkör bir yönetimimiz var diyebilirim. Bazen mazlum halkların kurtarıcısı, bazen ise Müslümanların kutsal kitabı Kuran’dan alıntılanan bir surenin bizlere nasihatleri…
Seneler evvel İranlı bir avukat ile yapmış olduğum sohbette, ülkesine karşı Gayri-irticai sebeplerden olsa gerek küçümseyici bir tavır takınmıştım. O ise bana; bir bakıma haklı olduğumu ancak ülkesinin hala bağımsızlık bağlamında bizden çok ileride olduğunu söylemişti. Zira ona göre Türkiye üretici bir ülke değildi ve üretici olmayan bağımsız da olamazdı. Bugün içinde bulunduğumuz bu hal içerisinde ben de ona bu konudaki haklılığını iade etmeliyim. Zira Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman silah arkadaşlarının bağımsızlık için vermiş oldukları o onurlu mücadelenin ürünü olan Cumhuriyet ve onun iktisadi kazanımları, bugün emperyalist güçlerin maşası olan BAE, Suudi Arabistan gibi ülkelerin aç gözlü istekleriyle tehlike altında. Neredeyse her gün, bir kurumumuz, fabrikamız, limanımız peşkeş çekiliyor. Öyleyse nasıl bir Ekonomik Kurtuluş Savaşı stratejisi içerisindeyiz?
“Savaş Sanatı” adlı eserin yazarı olan ünlü kumandan Sun Tzu der ki: “En büyük zafer, savaşmadan kazanılandır.” Ancak Erdoğan, böylesi bir zaferi pekte elde edebilecek gibi görünmüyor. Madem öyle, bir kurtuluş savaşı verilecekse; kendisinin nedense hep en zor zamanlarında hatırladığı ve tarihin gördüğü en büyük komutanlardan birisi olan, aynı zamanda gerçek Kurtuluş Savaşı’mızı da yöneten, ülkemizin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihe mal olmuş o ünlü sözünü dikkate almasında fayda var:
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz. “
Erdoğan bilmelidir ki; bu ülkenin insanı, sadece bağımsızlığı için savaş verir. O yüzden kendisi, dini ve milli değerleri bir ekonomik savaş halini meşru göstermek için kullanmaktan vazgeçmelidir. Türkiye Cumhuriyeti, Anayasada belirtildiği üzere Demokratik, Laik, Sosyal bir Hukuk Devletidir ve bu hale zıt bir görünüm arz eden açıklama, hal ve hareketlerden kaçınmak, tüm vatandaşlar için olduğu gibi Cumhurbaşkanı için de geçerlidir. Kendisini, tüm makamların en üstü olan halkın bir ferdi olmam sıfatıyla, yukarıda belirttiğim hususlarda daha dikkatli olmaya davet ediyorum.
Sözlerimi bütün umutsuz zamanlarıma fener olmuş bir hitabeden bir pasaj ile noktalıyorum. Aydınlık yarınlarda görüşmek dileğiyle…
“…
Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”