Toplumumuzda mühendisler, teknik bilgi ve becerileriyle sadece fiziksel altyapıyı değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik gelişimi de şekillendirme potansiyeline sahiptir. Ancak zaman içinde yaşanan değişimler ve politik dönüşümler, mühendislerin rolünü ve toplumsal sorumluluklarını nasıl etkiledi?
Toplumun tarihsel kırılma anlarında veya işler iyi gitmiyorken, yolda yönümüzü kaybetmeye yakın, bu soruyu sorarız kendimize: "Nasıl yapmalı?" Bu soru ilk kez Rus filozof ve yazar Aleksandr Herzen tarafından ortaya atılmıştır. Herzen, bu soruyu 1845 yılında yayımlanan bir makalesinde sormuştur. Çernişevski, Herzen'in sorduğu bu sorudan ilham alarak romanında bu soruyu daha geniş bir şekilde ele almış ve devrimci düşüncelerini açıklamıştır.
Sorunun tarihsel kökleri derindir. Her soruluşunda topluma yön veren, toplumun önemli dinamiklerini harekete geçiren bu soruyu bugün hızla yoksullaşan ve çalıştığı fabrikalarda yoğun sömürü ve mobinge maruz kalan mühendislere sormak artık tarihsel bir sorumluluk olmuştur!
Cumhuriyetin ilk yıllarında ise mühendisler, ülkenin kalkınma hedeflerine ulaşmasında kritik bir rol oynamış, modern Türkiye'nin temellerinin atılmasında büyük katkılar sağlamışlardır. Altyapıdan sanayiye, tarımdan eğitime kadar birçok alanda mühendislerin çalışmaları, Türkiye'nin modernleşme sürecinin vazgeçilmez bir parçası olmuştur.
Modern Türkiye'nin inşasında çimento görevi gören mühendisler, sadece teknik ve ekonomik kalkınmayı sağlamakla kalmamış, aynı zamanda toplumsal sorumluluk alarak ülkenin sosyal ve kültürel gelişimine de katkıda bulunmuşlardır. Bu mühendisler, ülkelerinin sadece fiziksel altyapısını değil, toplumsal yapısını da inşa etmeye çalışmışlardır.
Ancak 24 Ocak kararları ile birlikte neoliberal politikaların girizgah yapması, 1980 darbesi ile önünün açılması, toplumsal muhalefetin direncinin kırılması ve sermaye sınıfının kamusal alanları hızla yağmalaması ile birlikte mühendislerin toplumsal alandaki sorumluluk ve yetkinlikleri azalmaya başlamış; üretim alanlarındaki yetkinlikleri, toplumun ihtiyaçları arasındaki bağ zayıflamış ve mühendisler artık üretim alanlarında işçi ile patron arasında bir tampon görevi gören, sadece verilen görevi yerine getirmeye çalışan bir pozisyona yerleşmeye başlamıştır.
İşçi havzasında büyüyen, çocukluğu işçi babasının anlattıkları karşısında mühendislere duyduğu hayranlığı ve o işçi babasının mühendislere teknik bilgi ve birikim açısından duyduğu saygının ötesine geçemeyecek 90'lı yıllarda büyüyen bir çocuk olarak mühendislerin sadece birer teknik kişilerden ibaret olduğu ve bundan dolayı rahat yaşadıkları ve işçi çocuklarının da mühendis olması gerektiği algısı toplumun yoksul emekçi sınıflarına yerleşerek aslında mühendislerin işçi sınıfı ile arasına bir set konulmaya başlandığı döneme işaret eder.
Örgütsüz toplum inşasının önemli bir mihenk taşı olan bu işaret fişeği, biz mühendisleri işçi sınıfı ile aramızdaki bağı koparmakla kalmıyor; çalıştığımız fabrikalarda, şantiyelerde, ofislerde mesleğimizin gereği olan üretim araçlarının üzerindeki hakkımızın elimizden alınması anlamına geliyordu.
Oysa mühendis üretir!
Oysa mühendis işçi sınıfının asli unsurudur!
Ve AKP'li yıllar, sermaye sınıfının yağma avına çıktığı dönem... Bizler de payımızı aldık elbet! Plansız artan üniversiteler, artan kontenjan sayıları, üniversite yıllarından itibaren girişimcilik hayalleri ve kariyerizmin pompalanması, kişi figürlerinin öne çıkarılması ve bizleri bekleyen işsizlik, ucuz iş gücü, mobing ve daha fazlası... Geleceksizlik!
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, E. Gladkov'un "Çimento" adlı romanındaki mühendis Kleymenov’un çaresizliği ve aynı zamanda işçi sınıfıyla arasındaki setleri kaldırdığında bir çimento fabrikasını yeniden yoktan var edişi aklıma geliyor. Bize düşen sorumluluk, setleri kaldırıp işçi sınıfıyla yeniden üretmektir.
Çünkü, çimento biziz, çimento işçi sınıfıdır!