Birkaç haftadır güncelliği olan ama dönemini yitirmiş şarkı sözlerinin üzerine türlü hakaretlere uğrayan 12 Eylül 2010 referandumunun yetmez ama evetçi sanatçısı, diğer yandan yine Atasözlerimizden birini maksatlı ya da sözün gelişine kullandığı için CB’nına hakaret sayılarak tutuklanan gazeteci ülkemizin gündemini meşgul ediyor.
Bunun üzerine haklı olarak Yargı tartışılıyor, hukuk sistemi tartışılıyor, devlet yönetimi tartışılıyor, hoşgörü anlayışı tartışılıyor, ülkenin sürüklendiği dehliz konuşuluyor.
Ancak bir gerçek hiç değişmiyor ekonominin çöküşü. Yıllardır çatışma kültürü üzerinden beslenerek yürüttükleri siyaset anlayışlarını çeşitli seçim oyun ve stratejileriyle sandıktan çıkartıp ülkeyi yönetme yetkisini elinde tutan iktidar partisi yöneticilerinin gündem değiştirme girişimi kısmen hedefine ulaşmış gibi görünse de halkın gündeminden kaçırdıklarını düşündükleri emeklilerin enflasyonunun bile altında kalan maaşlarındaki yetersiz artış, ekonomiye güvensizlik, yoksulluk hala çarşıda pazarda markette sıcak gündemini korumaya devam ediyor ve hükumeti götürecek tek gerçek bu gibi duruyor.
Yazımın başlığı toplumun birçok kesimi tarafından gündelik hayatta sıkça kullanılan bir atasözümüz. Atasözü nedir diye sorarsanız; ekşi sözlük kısaca “Atalarımızın uzun deneyimlerine, gözlemlerine dayanan, yargılarını genel kural, bilgece düşünce, öğüt verici, söyleyeni belli olmayan, kalıplaşmış bir biçimi olan ve kamuca benimsenmiş kısa özlü söz” diye tanımlıyor.
Milletçe çokça övündüğümüz Atasözlerimiz ilkokuldan başlayarak eğitim hayatımızın birçok evresinde kompozisyon sınavında öğretmenlerimiz tarafından kullanılmış, yüklendiği anlamı açıklama güzellemesinde öğrenciye not verme malzemesi de olmuştur.
Atasözleri;
-Tecrübelerden ortaya çıkmıştır.
-Anonimdir.
-Yaşanmışlıktır.
-Toplumun değerleridir.
-Hepsi birer derstir.
-Uyarıcıdır.
-Belirleyicidir.
-Kişinin başına gelebilecekleri önceden bilir
Listeyi herkes kendince değer yargıları çerçevesinde istediği kadar uzatabilir, sıkıntı yok.
Ben burada “Kalıbının Adamı Olmak” sözünü kimseye ya da kimselere hakaret maksatlı kullanma düşüncesinde değilim. Böyle bir eğilimim de yok. Benim böyle bir eğilimim yok diye kimse de çekinceli davranmasın. Kimseyi kısıtlamıyorum isteyen herkes en alttan en üste kadar kendisine pay çıkarabilir, gocunabilir, hem de dağlara taşlara, Mısır’daki sağır sultanlara duyurabilecekleri kadar naralar atabilir, bunda da hiç sıkıntı yok.
Kendi gerçeğimiz, kalıbımız; yakamızdan hiçbir koşulda istesek de çıkaramayacağımız rozetimiz olacak. Aynaya baktığımızda gözlerimizi kapatsak bile değiştiremeyeceğimiz kendi gerçeğimiz, toplumsal değer yargılarından alınarak her bir ferdimize has giydirilen hiç çıkaramayacağımız elbisemiz, kıyafetimiz, kalıbımız...
Doğumdan ölüme kadar yaşam dediğimiz hayatımızın çeşitli evrelerinde karşımıza çıkan olaylara karşı duruşumuz, tavrımız, duyarlılıklarımız, toplumun bize yüklediği ya da kendi kendimize biçtiği rollerimiz, çabalarımızın, yandaş kayırmacılığı üzerinden geldiğimiz makamlar, mertebeler…
Kalıbınızın adamı değilseniz hepsi boş.
İster sıradan vatandaş ol, ister bir devlet adamı, ister parti lideri, iş insanı, Milletvekili, çoban, sanatçı, avukat, mali müşavir, öğretmen, ister memur- işçi fark etmez. Hiçbir şekilde hiçbir sıfat “kalıbının adamı olma” sorumluluğunu değiştirmez, değiştiremez. Bu arada Atasözleri istisnalar hariç cinsiyet ayrımcılığı da yapmaz, kimse kendini sıyırmasın.
Neden? Çelişkilerimiz niye? Kalıbının adamı olmak çok mu zor? Asıl kolay olan doğal davranmak değil mi?
Kalıbınızda oluşan çentiklerle yaşamak daha zor değil mi? Onları yok etme, üzerini sıvama, tamir etme şansıda yok.
Her an tehlikedesiniz. Sabrı tükenmiş biri beklemediğiniz sizin için çok özel ve önemli bir kalabalıkta çıkıp yüzünüze bunu vurma cesareti gösterirse ne olur?
Şimdi düşünün, kalabalık bir cenaze töreninde İmam soruyor ya kişiyi nasıl bilirdiniz diye…Cemaatin çoğunluğu ya musalla taşında yatan kişinin yakınlık derecesine, ve yahut yakınlarının, hısım akrabalarının hatırına, yada öğrenilmiş davranış alışkanlığı gereği iyi bilirdik der… Bir düşünün İmam sorsa ki musallada yatan kişi kalıbının adamı mıydı diye...(fısıltıları duyar, sessiz gülümsemeleri ,tebessümleri görür gibiyim)
Kişi hatasını bilmez ise onu düzelteme fırsatı bulamaz.
Dostların görevi kişiye hatasını yalın haliyle göstermesi, söylemesidir.
Anlayacağınız mesele uzadıkça uzuyor.
Mesele toplumda üstlendiğiniz rolün adamı olabilmek.
Mesele” Kalıbının Adamı Olmak”
Dostlukla ve Sağlıkla Kalın.